1924 yılının sıcak bir yaz günü Bahriye Hanım kocası Şehri Bey’le bahçenin serin bir köşesinde otururken öğlen uykusundan uyanmış kayınvalidesi yanlarına gelince aralarında uzun süredir var olan gelin-kaynana çekişmesi kaldığı yerden devam eder. Salapuryaya benzettiği kaynanasının henüz onlar evlenmeden oğlu Şehri Bey’e münasip gördüğü Meliha Hanım’ı ziyaret ettiğini öğrenince küplere binen Bahriye Hanım, kaynanasına nispet edercesine kocasını alıp Apostol’un gazinosuna gider. Gazinoda Men-i Müskirat Kanunu gereğince servisi serbest olan tek içkiyle, birayla, az da olsa serinlerlerken mekâna tanıdık bir çift olan Ferdi Bey ve Adalet Hanım gelerek yanlarındaki masaya oturur. Çiftler, Cumhuriyetin kadınlara kazandırdığı haklardan, I. Meclis’in içki yasağının yol açtığı sorunlardan söz ederken meyhanenin bir köşesinde yalnız başına oturan ihtiyar bir ayyaş da önünde göstermelik duran bira şişesi, garson Niko’nun gizli gizli taşıdığı rakıyla demlenerek öncülüğünde kurulmuş olan Hilal-i Ahdar Cemiyeti vasıtasıyla içki yasağının en büyük destekçisi olan Mazhar Osman’dan, örtülü boşluklarla dolu müskirat nizamnamesinden, ilk TBMM’nin vergi politikalarından kendi kendine dert yanmaktadır. İçtikleri biraların sayısı arttıkça başları dönmeye başlayan kadınların mırıldandıkları şarkılar gittikçe yüksek ve tiz olmaya başlayınca karısından korkan Şehri Bey’in aksine Ferdi Bey kadınları uyarır. Adalet Hanım, oranın bir köy gazinosu olmasından mütevellit çevrede kimsenin olmamasından dem vursa da Ferdi Bey, söz konusu muhitte yaşayanların Türk kadının meyhanelerde içip yüksek sesle şarkı söylemesini henüz kabullenmekte zorluk çektiğine dikkat çekerek oldukça terbiyeli ve görevine bağlı olan Polis Hakkı Bey’in etrafta dolaşarak kendini göstermesinin üstü kapalı bir uyarı olduğunu belirtir. Bahriye Hanım bu uyarıların kadınlığa karşı bir baskı, bir saldırı olduğu zannına kapılarak Niko’dan bir şişe daha bira ister. Ferdi Bey bu davranışı adaba uygun bulmadığını belirtince eski-yeni, modern-alaturka tartışması boy gösterir, ta ki Meliha Hanım, kocası Nebil Bey, küçük kız kardeşi ve eniştesi ile gazinoya girinceye kadar. Bu durumun bir tesadüf değil danışıklı bir dövüş olduğunu düşünen Bahriye Hanım, Meliha Hanım’ın masasından gelen kahkaha sesleriyle iyice bilenmiş olarak giriştiği hakaret bombardımanına ondan aşağı kalır yanı olmayan Meliha Hanım provokatif cümlelerle karşılık verince olay büyür. Bahriye Hanım’ın bira şişesini hasmına fırlatması, Meliha Hanım’ın da aynı şekilde karşılık vermesiyle kısa sürede meyhanede kırılmadık cam kalmaz. Kırılan camlardan sıçrayan parçacıklar nedeniyle kör olma tehlikesiyle burun buruna kalan ihtiyar ayyaş, yaşananların Frenk eserleri uyarlamakla boşa vakit harcayan Dârülbedâyi’ye daha uygun bir konu, Turşucu Cemal olayının da çağımızın kaba kuvvet çağı olduğunun kanıtı olmasından dem vururken Polis Hakkı Bey, olayı raporlamak için kavganın müsebbibini sorar. Bu soruyla yeniden birine giren iki kadın, iskemle, tabak, çanak, kaşık, şişe, bardak ellerine ne geçerse birbirlerine fırlatırlar. Apostol zararının peşindeyken Bahriye Hanım evde rakı içmeye devam edip kaynanasını dövme düşüncesindedir.
Eserlerinde sık sık, erkek karşısında eşit olmayan konumda bulunan kadınların karşı cinsle ve birbirleriyle olan ilişkilerinin üzerinde duran Hüseyin Rahmi Gürpınar, bu kısa eserinde de Cumhuriyet’in ilanıyla birlikte değişen toplumsal rolleri, modern-geleneksel çatışmasını mizahi bir dille ele almıştır. Eser, 6-13 Temmuz 1924 tarihleri arasında Son Telgraf gazetesinde tefrika edilmiş, tefrika edilmeden önce gazetenin genel yayın yönetmeni Fevzi Lütfi Karaosmanoğlu’nun yazarla yaptığı röportaj da kitaplaştırılmış halinde yer almıştır.