Merhum Nasrullah Efendi’nin maddeyi altına çevirmek ve ölümsüzlüğü bulmak konusundaki hevesi, Hobyar’daki konakta gerçeklikten kopuk bir şekilde yetişen oğlu Ebulfazl Enveri’de, namı diğer Efsuncu Baba’da, tılsım, efsun gibi batıl itikatlara saplantılı bir arzu olarak kendini göstermiştir. İkinci evliliğini yaptığı Zeynep Hanım ve rahmetli eşinden olma kızı Mevlüde’nin deliliklerine belli amaçlar doğrultusunda göz yumduğu Efsuncu Baba, bir gün İstanbul’daki bütün tılsımlı defineleri haber veren bir kitapta, anahtarı Binbirdirek’te bulunan, Edirnekapı ve Topkapı arasında yer alan içi antika sikke, yakıt, zümrüt, elmas, firuze ile dolu altın bir buzağı bulunan bir hazinenin varlığından haberdar olur. 19. yüzyılın başlarında bir Müslüman tarafından bulunacağı müjdelenen hazinenin etrafında bir de insan formunda olan Lahur ile Mahur adlı iki koruyucu melek ve hazineye sahip olmak isteyen Kekre ile Mekre isimli iki şeytan da bulunmaktadır. Fazlıpaşa’daki Binbirdirek’e sık sık giderek anahtarın yerini bulmaya çalışan Efsuncu Baba, orada ip eğiren Agop ve Kirkor’un Tılsımname’de sözü edilen Lahur ve Mahur olduğuna kanaat getirir. Bu zannın kendilerine fayda getireceğini düşünen iki Ermeni genç, altmış yaşlarındaki bu divane adamın irrasyonel davranışlarına uyum sağlamış gibi görünerek peşine takılıp konağa yerleşirler. Konakta günlerce hiçbir hizmet vermeden yiyip içip üstüne ceplerini dolduran ikili aynı zamanda yakın gelecekte işin içinden bir çapanoğlu çıkacağı konusunda tedirgin bir bekleyiş içindedir. Bu bekleyiş esnasında ailede üzüntü verici bir durum olur. Nurullah Hasip adlı gencin Mevlüde’yle evlenmek istemesi ancak isteğinin Enveri’nin yattığı istihareden olumsuz sonuç çıkması, Nurullah Hasip’in yüz ve beden yapısının Şahısname adlı kitapta uğursuz sayılması ve evlilik isteğinin astronominin aşırı uğursuz bir zamanda gerçekleşmesi gibi nedenlerle geri çevrilmesi 19 yaşındaki aşık genç kızı hayal kırıklığına uğratmıştır. Bu olaydan dört-beş gün sonra Efsuncu Baba garip bir tesadüfle kütüphanesinde yeni bir Tılsımname bulur. Kitaba göre Abdullah Karuni adlı Şamlı bir tüccarın Derviş İbnülmahşur’a tılsımlattığı hazinesine sahip olmak Efsuncu Baba’ya layık görülmüştür. Yanına Lahur ve Mahur’u alarak kitapta sözü edilen Takkeci Mahallesindeki kuyuya giden Enveri, talimatlara göre Kirkor’u dibi görünmeyen kuyuya belinde urganla salar. Aşağı iner inmez Kirkor, silahlı iki adam tarafından, söylediklerinin kuyunun başındakilere tekrarlaması yönünde tehdit edilir. Çaresiz adam, güllerin açtığı, bülbüllerin öttüğü, ucu bucağı olmayan bir bahçede, aslan ve kaplanın refakatinde ve iki meleğin koruyuculuğundaki altın köşkten bahseder. Köşkte elmas kafesin içindeki siyah güvercinlerin boynunda yazılı olan tılsımı alarak yukarı çıkacağını söyleyen Ermeni genç, köşke gider gitmez Agop’a olayların gerçek yüzünü anlatır ve ikili ertesi sabah tan yeri ağarmak üzereyken aslında Efsuncu Baba’nın akrabaları olan zatların talimatıyla kaçarcasına evden ayrılırlar. Kirkor’un Efsuncu Baba’ya verdiği tılsımlı kâğıtta ise Ebulfazl Enveri’ye, eğer hazineye kavuşmak istiyorsa, kızı Mevlüde’yi Nurullah Nasip’le evlendirmesi şart koşulmaktadır. Büyük bir imanla istenileni yerine getiren Enveri ömrünün sonuna kadar hazinenin sırrının açığa çıkmasını bekler durur.
Eserlerinde Osmanlı toplumunun gelenek ve dinle harmanlanan batıl inançlarına, büyü, tılsım, fal merakına, inandığı hurafelere oldukça sık yer veren Hüseyin Rahmi Gürpınar, Efsuncu Baba’da kitabın ana karakteri Ebulfazl Enveri’den hareketle İttihat ve Terakki yöneticilerinden Enver Paşa’nın da eleştirisini yapar. Gürpınar, Enveri’ye benzettiği Enver Paşayı şu sözlerle eleştirmiştir:
“Bilir misiniz etrafımızda Enveri tipine benzeyen ne kadar çok insan vardır. Bunlar berikinden daha tehlikelidirler. Çünkü Enveri budalalığıyla ünlüdür. Ötekiler yaradılışça ona benzeyip de akıllı görünenlerdir. Üzerlerindeki yaldızı kazıyınca altından mükemmel birer Ebulfazl Enveri çıkar. İşte hep bizim, bütün insanların, felaketimizin temeli budur. Eğer hakikat böyle olmasa dünyada ne bir Napolyon çıkabilirdi ne de kendini Türklüğü ve İslamiyeti kurtarmakla görevli bilen Enver Paşa…Enver son nefesine kadar kendini pek büyük bir işle müjdelenmiş bildi. Üst üste gelen müthiş başarısızlıkları onun kendine güvenini kırdıramadı. Siyasi ve askeri maharetinin son iflas felaketinde İstanbul’dan adi suçlular gibi kuyruğu kıstırıp kaçtı. Hamiyeti onu diğer İslam beldesine koşturdu. Hiçbir millet ve hükümdarın vermediği, kendi kendine aldığı rütbelerin şereflerini doymak bilmez ruhu için hiçbir vakit yeterli görmedi. Yükselmek, bulutların üzerinde taht kurmak istiyordu. Talihi ve gücü sayesinde çıkamadığı bu son makama bir Bolşevik kurşunu onu uçurdu…”