Kitap Türü:Psikoloji, Günlük / AnıOrjinal Adı:Becoming Myself: A Psychiatrist’s MemoirÇeviren:Elif Okan Gezmiş
Puan Tablosu
Arka Kapak Bilgisi
Bir Psikiyatristin Anıları Özet
Milyonların hayran olduğu ve yine milyonlarca insanın hayatına dolaylı ya da doğrudan dokunan dünyaca ünlü terapist Irvın D. Yalom’un kendi kaleminden biyografisini okuma şansını elde ediyoruz. Diğer pek çok eserinde de duygu ve düşüncelerini oldukça şeffaf olarak aktaran yazar, yaşamını aktarırken de aynı şeffaflığı korumaktadır.
Yazarın ailesi Amerika’da yaşayan ve Holokost’tan kaçan Yahudi bir ailedir. Babası erkek kardeşinin yardımıyla Amerika’ya gelir ve buraya yerleşir. Geride kimse kalmamıştır çünkü Hitler’in insanlık suçu olan Holokost’ta ailesinden herkes can vermiştir. Bunca kayba ve acıya rağmen yazar, babasının ağzından Holokost ile ilgili tek bir kelime bile duymamıştır. Yazar şimdi seksenli yaşlarındayken ve ebeveynlerini kaybetmişken onları affetmenin zamanının geldiğini ifade etmektedir. Yazar, babasını nazik, sessiz ve çalışkan olarak betimlemektedir. Şimdi ona kızdığı ne varsa; sessizliği, göçmen olması, eğitimsizliği ve oğlunun yaşadığı eften püften hayal kırıklıklarına ilgisizliğinden dolayı affetmenin zamanının geldiğini ifade ediyor.
Ailesinin küçük bir marketi olduğunu ve marketin üstündeki eski püskü bir evde yaşadıklarını anlatıyor, Yalom. Hatta öyle ki bu evi arkadaşlarının görmesinden bile oldukça utanıyormuş. Ailesi bu market için çok çalışıyor, çoğu zaman eve oldukça bitap geliyor ve Yalom’la pek az vakit geçiriyormuş. Yalom, bu durumu şöyle özetliyor: “Benim eğitim gibi bir lükse erişebilmem için çok çalışıyor ama bir yandan da okuduğum her kitabın, her sayfanın beni onlardan giderek uzaklaştırdığını biliyorlardı.”
Annesiyle durum daha da kötüydü. Annesi, babasına oldukça düşkündü ve Yalom’la pek fazla iletişim kurmuyorlardı. Hatta Yalom, üniversite için evden ayrıldığında annesinin rahatlamış olabileceğini bile ifade ediyor. Doktor olmayı seçmesinin de annesiyle olan ilişkisiyle bağlantısı mevcutmuş. Babasının fenalaştığı bir gece; annesi öfke patlaması geçirerek, Yalom’u babasını öldürmekle suçluyor. Doktor Manchester’ın eve gelip babasının iyi olduğunu söylemesiyle rahatlayan Yalom, doktor olup kendisine sağlanan rahatlığı başkalarına sağlamaya karar verir.
Yalom, eşi Marilyn’den tüm kitap boyunca büyük bir sevgi ve saygıyla bahseder. Marilyn’i ilk görmesi Marilyn’in evindeki bir partide hem de lise ikinci sınıfta olmuştur. Yalom onu gördüğü anı şöyle ifade ediyor: “Sanki o bir mıknatıstı ve ben ona bir çivi gibi çekilmiştim; daha onu görür görmez hissetmiştim. Hayır, bir histen fazlasıydı bu, bir kanaatti, mutlaka hayatımda çok önemli bir rol oynayacaktı.”
Yalom, hep zeki ve başarılı bir çocukmuş. Üstüne bilime olan ilgisi ve azmiyle geldiği noktaya şaşırmamak gerek. Daha küçükken sayısız kitap okuyup kütüphanelerde vakit geçirir, alfabetik sırayla biyografiler okurmuş. Kendisini çalışmaya adayan, çekingen ve utangaç bir çocuk olarak tanımlıyor, Yalom. Üniversiteye hazırlanma yılları oldukça zorlu geçmiş çünkü Yahudiler için üniversitelerde sınırlı kontenjanlar mevcutmuş. Yalom, üniversitenin ilk yılının oldukça zorlu geçtiğini belirtiyor çünkü Marilyn de eğitimi için Fransa’ya gitmiş. Yalom, onu kaybetmekten çok korktuğunu açık yüreklilikle ifade ediyor. Marilyn ile evlendiklerinde İtalya’ya balayına gitmişler. Yalom, o yıllarda içinde hiçbir yere ait olmadığını ve her şeye başkaları kadar layık olmadığını söyleyen bir ses olduğunu belirtiyor ve şimdiki huzurumla o seyahate tekrar çıkabilmeyi çok isterim, diyor.
Kitabın devamında yazar, üniversite yıllarından staj yıllarından ve yaptığı onlarca seyahatten bahsediyor. Kendini geliştirmesi, varoluşçu terapiyi ileri seviyelere nasıl taşıdığı, meslek hayatının ilerleyişine adım adım tanık ettiğimiz bu sayfaları beni en çok etkileyen sayfalar takip ediyor. Yazar eserlerini nasıl oluşturduğunu, ilk tohumun nasıl, nerede ve ne zaman atıldığını tüm büyüsüyle bizlere aktarıyor.
Eserleri için “dalgalanma” kavramını oldukça uygun buluyorum. Yalom bu kavramı şöyle açıklıyor: “Kendimizin bazı yanlarını başkalarına hatta bazen tanımadığımız insanlara geçirmek anlamında kullanılır; tıpkı göle atılan bir çakıl taşının yarattığı halkaların bir yerden sonra gözle görülemese de nano düzeyde çoğalmaya devam etmesi gibi.”
Yalom, seksenli yaşlarının ortasındayken birçok sağlık sorunuyla baş ettiğini hatta zaman zaman unuttuğu şeyler olduğunu söylüyor. Unutmanın ölümün tadına bakmak olduğu fikrine katılan yazar, en çok da hafızasındaki anıların silinmesinden endişe ediyor. Anılara şahit olan pek çok kişiyi kayıp vermesinin etkisi de büyük tabi. Ebeveynleri, ablası, üniversite arkadaşları, Rollo May gibi ünlü terapistlerin de içinde olduğu yakın dostları bu dünyadan göçmüşlerdir. Yalom, son zamanlarda kendisine gelen maillerin çokluğunu, konuşmalarına katılan izleyici sayısının arttığını gözlemlediğini sebebinin de herkesin artık ölümünü beklemesi olduğunu ifade etmektedir.
Kişi yaşamında ne kadar çok pişmanlığa sahip olursa ölüm fikrinden o kadar korkacağını belirten yazar, kendi hayatını oldukça olumlu tasvir ediyor. Harika bir eşe, başarılı ve sevgi dolu dört çocuğa ve yedi toruna sahip olan yazar; başarılı bir yaşama, binlerce anıya sahip olduğunu Stanford gibi bir üniversiteyi barındıran oldukça nezih bir yerde yaşadığını ifade ediyor. Hayatından memnuniyetini şu sözlerle ifade ediyor: “Bu muymuş hayat? Peki o halde, bir daha.”
Bu kitap; kesinlikle Yalom’un en içten itiraflarının, en bilinmeyenlerinin, içgüdülerinin, ailesinin, yarım asırlık meslek hayatının, incelikli sanatçı ruhunun ve yaratıcılığının ansiklopedisidir. Seksen beş yaşında kendi ifadesiyle de son kitabı olacağını ifade ettiği bu kitabı iyi ki yazmış diye minnetler sunmaktan başka bir şey gelmiyor elimden. Kendi hayatımı defalarca sorguladığım, tüm gerçekliğiyle yaşanmış bir hayattan ders aldığım saatler geçirdim.