Haldun Taner’in 1953 yılında yazdığı Günün Adamı adlı tiyatrosu, döneminde çok tartışılmış, bir dönem yasaklanmış; dolayısıyla oldukça büyük etkiler uyandırmış bir eserdir. Türkiye Cumhuriyetinin gerçek anlamda çok partili rejime geçtiği ilk yıllarda siyaset hayatını eleştirel bir dille anlatan bu tiyatro, belli ki, bazı siyasetçileri rahatsız etmiş, çileden çıkarmıştır.
Profesör, dönemindeki iktidarı haksız bir vergiden dolayı ağır bir biçimde eleştirir. Bu eleştiri, gazete ve diğer yayın organları tarafından abartılı bir biçimde halka yayılır. Profesör ise, kısa zamanda halkın kahramanı hâline gelerek günün adamı olur. Daha da ötesi, muhalefet partisi, söz konusu profesöre bakanlık sözü vererek onu parti bünyesine dahil etmek ister. Şimdi profesör bir seçim yapmak zorundadır: Ya onurlu ve değerli profesörlük mesleğine devam edip ilimle meşgul olacak ve öğrencilerini yetiştirmeye devam edecek ya da daha prestijli, ipleri elinde tuttuğu ve daha çok maddi kazanç ve statü vadeden bakanlığa geçecektir. Profesörün gönlü her ne kadar akademik hayata devam etmekten yana ise de eşi, kayınpederi, oğlu ve diğer yakınları onu bakan olarak görmek, bu şekilde siyasetin nimetlerinden yararlanmak istemektedirler. Halk da çeşitli yürüyüşlerle, gösterilerle profesörü destekledikleri parti içerisinde görme talebini ifade etmektedirler. Profesörün doçenti eve gelip hocasını siyasetin pisliğinden uzak tutmak ister, ona akademik hayatın daha onurlu, daha değerli ve daha güzel olduğunu anlatır. profesörün gönlünden geçenler doçentin bahsettiği şeylere ne kadar benzerse benzesin, halkın ve kendi ailesinin talepleri, profesörü aktif siyasete katılma meselesinde düşünmeye sevk eder. Onun son kararını öğrenmek üzere eve gelen genel sekreteri, biraz daha düşünmek istediğini söyleyerek bekletir. Sonra gider, koltuğuna oturur ve düşünmeye başlar. Bu esnada sahne değişir. Profesör, bakan olmuştur. Ama onun siyasete girmesi, hem kendisini hem de ailesini oldukça kötü etkiler. Kayınpederi ve kayınbiraderi, Profesör vasıtasıyla birer memurluk elde edip bir yandan da özel şirketlerle zengin olmaya çalışmakta, Profesörü ise, ihaleleri alma, inşaat yapılacak alanları seçme ve proje alanlarındaki arsaları sahiplenme gibi konularda kullanmaktadır. Profesörün ise bunlardan haberi dahi yoktur. Profesörün oğlu, zenginliğin nimetleriyle şımarır, babasının sekreterine, üstelik kendisinden yaşça daha büyük olduğu hâlde, sarkıntılık yapar. aldığı son model arabasıyla bir yayaya çarpan genç, genel sekreter yardımıyla bu işten babasını haberdar etmeden kurtulur. Profesörün eşi de genel sekreterle bir gönül ilişkisi içerisindedir.
Bir gün parti, Profesörü bakanlıktan uzaklaştırmak ister; çünkü bakan bildiğini okumakta, parti kurallarına karşı gelmektedir. Profesör ise, dürüst bir şekilde halkın sesi olmaya ve siyasi görevini yürütmeye devam etmek istemektedir. Ne var ki partinin elinde Profesör’ün özel hayatına dair pek çok malseme bulunmaktadır. Eğer Profesör bakanlıktan çekilmezse bu bilgilerin halka yayılacağı söylenir. Böylece Profesör, günün adamı olarak, parti tarafından kullanılmış, zamanı gelince de bir mendil gibi atılmak istenmektedir. Profesörün eli kolu da bu durum karşısında bağlıdır.
Profesör, oturduğu sandalyeden kalkar, seçimini bildirmek üzere genel sekretere döner ve siyasete girmek istemediğini, profesörlüğe devam edeceğini söyler. Profesör’ün ailesi üzülür, doçent ise sevinir. Herkes sahneden çıkınca doçent telefonla iktidar partisini arar, emredildiği gibi Profesör’ü muhalefet partisine girmekten alıkoyduğunu bildirir ve komisyonunu talep eder.
Dışardakiler adlı tiyatro ise, Darülaceze’de kalan, kısmen bunak olan, eski İttihat ve Terakki üyelerinden Yümnü’nün, gazeteci Semih Bey tarafından bir kitap yazmaya ikna edilmesiyle başlar. Bu kitap İttihat ve Terakki hakkındaki gerçeklere odaklanıp güncel siyasetin içyüzünü göstermeye yönelik birinci el bir kaynak olmak üzere hazırlanacaktır. Oysa babasının matbaasına bir süreliğine bakmak zorunda kalan Semih Bey’in bu girişimi, babasına ne kadar yetenekli olduğunu, kendi başına iş becerebileceğini gösterme tutkusundan başka bir şey değildir. Semih Bey’in bir amacı daha vardır ki o da Yümnü’nün torunu Aynur’a yaklaşmaktır. Ne var ki işler planlandığı gibi gitmez. Semih Bey’in babası bu işten elini çeker. Semih Bey de Yümnü Bey’in üzülmemesi için elinden geleni yapar. Semih’in yalanları, Yümnü’nün başına olmadık işler açar. Mahkemelik olan Yümnü, yine Semih Bey’in girişimleriyle kurtululur. Ne var ki Darülaceze’ye geri dönmek zorunda kalır.
Günün Adamı adlı eser, siyasetin içerisinde dönen oyunlara ayna tutmaya yönelik bir metindir. Siyasetin kötülüğü, ilmin saflığı karşısına konmuş ve böylece ikisi arasında bir mukayese yapılmıştır. Siyasetin nimetleri her ne kadar çekici gelse de işin aslı bu nimetlerin birer diken olduğudur. Üstelik siyaset adamı, özgürlük nedir bilmez. İpler, daima partinin elindedir. Bu nedenle siyasete atılmak, o kadar da cazip değildir. Bunun yanında siyasetten uzak durmak ve ona bulaşmamak bile bir şekilde siyasetçilerin bir oyunu olabilir. çünkü demokrasi, siyasete katılımı gerektiren bir sistemdir. Aksi hâlde her siyasetçi, kendi borusunu öttürecek ve istediği gibi davranacaktır. Dışardakiler adlı oyun da kısmen siyaset içeren bir eserdir. Yümnü, Darülaceze’de kalan bir bunaktır; fakat dışarıdakiler sanki kendisinden daha kötü bir durumdadır. bu çılgın dünyada Darülaceze, kafa dinlemek için en güzel yerlerden birisidir.
Haldun Taner’in yazdığı ilk oyun olan Günün Adamı, yazılmasının üzerinden dört yıl geçtikten sonra sahneye konulmak istenmiş ancak siyasete atılmış bilim insanı olarak üzerine alınan İstanbul Valisi Fahrettin Kerim Gökay tarafından veto edilmiştir. Bu ret, oyunu ve yazarı daha oynanamadan meşhur eder. Bu olay üzerine tiyatro eğitimi almak üzere Viyana’ya giden Taner dönüşünde 1953’te yaşadığı talihsizlik sayesinde tanıştığı Muhsin Ertuğrul’un isteğiyle Dışardakiler adlı oyununu kaleme alır. Usta tiyatrocunun dönüm noktaları sayılan bu iki oyun 1990’dan bu yana bir arada yayımlanmaktadır.
Günün Adamı:
Bir ordinaryüs profesör, özel bir toplulukta hükümetin vergi politikası üzerinde bir-iki cümle söylemiş, orada bulunan işgüzar bir partici de bu konuşmayı bir gazeteci dostuna aktarmıştır. Gazeteci bu konuşmaya resmi bir demeç gibi sunarak basınca muhalefet bu fikre dayanıp iktidar partisini sıkıştırır ve hükümet düşme tehlikesi geçirir. İktidar da üniversiteye baskı yapıp hocaya ihtar verdirince mağdur olan profesör, halkın bir numaralı sevgilisi olur. Bu durumdan daha fazla yararlanıp iktidar olmak isteyen Sarı Parti, hocaya milletvekili adayı olma önerisi getirir. Profesörün eşi, oğlu, kayınbiraderi ve kayınpederi bu teklifi büyük bir sevinçle karşılarken çalışma arkadaşı doçent buna şiddetli karşıdır. Ne yapacağına bir türlü karar veremeyen profesöre, partinin genel sekreteri saat yediye kadar mühlet tanır. Şaşkın profesör düşünmek üzere yalnız kalmak için etrafından izin ister.
Profesör, Sanayi Bakanlığı koltuğunda gazetecilere röportaj verirken oğlu da daha önce beş nazıra katiplik yapmış olan katibeyi rüşvet niteliğinde aldığı lüks arabasıyla etkilemeye çalışmaktadır. Özel kalem müdürü olan kayınbirader de babasını edindiği bilgiler doğrultusunda açık arttırma, eksiltme yollarıyla ihaleye çıkacak yüksek karlı yatırımlara yönlendirmektedir. Genel Sekreter profesörü fazla idealist bulduğu görüşleri konusunda uyarırken doçent ise kukla olarak gördüğü hocasına bir an önce siyaset bataklığından kurtulmasını salık vermektedir. Etrafında yaşananlara kör, söylenenlere sağır bir şekilde iktidara tutunan profesör ise güney illeri tetkik gezisinde çabuk sarhoş olan bünyesinin de etkisiyle katibesiyle birlikte olur.
Üç buçuk ay sonra parti genel sekreteri, doğruluktan ayrılmayan tavrıyla partisini müşkül duruma sokan profesöre hastalığını bahane edip istifasını vermesini söyler. Profesör bu duruma şiddetle karşı çıkınca genel sekreter, kayınpederinin girdiği ihaleler, katibesinin hamileliği, oğlunun karıştığı trafik kazasının örtbas edilmesi konularının ona karşı nasıl koz olarak kullanılacağını açıklar. Çıldıran profesör çekmecesindeki tabancaya sarılıp kendini öldürmeye kalkışsa da şarjörünün boş olduğunu görüp çaresizce başı iki eli arasında düşünceye dalar.
Saat yedi olduğunda profesör genel sekretere ve ailesine teklifini kabul etmeyeceğini duyurur. Bu redden tek karlı çıkan ise iktidar partisiyle anlaşmış olan doçent olur.
Dışardakiler:
Matbaacı Semih, bütçedeki kesinti nedeniyle tenkisata giden darülacezeden evine gönderilen eski İttihatçılardan Yümnü Beyin küçük torunu Aynur’a görür görmez vurulur. Kızı görebilmek için Talat Paşanın izinden gitmiş Aydın delegesi dedesi Nusret Hakkı’yı öne sürerek 83 yaşındaki adamla arkadaş olur. Genç adam kısa sürede Aynur’un, ablası Zinnur, eniştesi Necati, halası Şehriban, dedesi Yümnü Beyle yaşadığı evin daimî ziyaretçilerinden biri haline gelir. Yine bir mutat ziyaret günü yaşlı adama Demokrat Parti üyelerinden Hulki Sakıp Damar’ın İttihat ve Terakkinin Gizli Emelleri adlı yazısını yayımlayan bir gazeteyi gösterir. Yümnü Bey, H. S. Damar’ın her devrin adamı olduğunu, zamanında Talat Paşaya yaltaklanan bir mektup kaleme aldığını, bunu elindeki belgelerle kanıtlayabileceğini söyler. Bunun üzerine Semih, ona Hayatı Siyasiyem/Yakın Tarihe Işık Tutan Bir Tanığın Hatıraları başlığı altında bir kitap yazmasını önerir. Hatta kitabın basımını bizzat babasının matbaasında yapacaktır. Yümnü Bey kitabı hayatının amacı haline getirirken Aynur ile Semih birbirlerine duygularını açıklar. Necati, bu gizli ilişkiden hoşnutsuzdur. Kızı, iki garaj sahibi, zengin Cabir’le baş göz etmek ister. Bu sayede eniştesine ortak olacak, yolunu bulacaktır. Ancak ortada bir de Yümnü Beyin kitabından gelecek gelir vardır, dolayısıyla bu ilişkiyi şimdilik görmezden gelmektedir. Kısa süre sonra Yümnü Bey kitabını tamamlayıp Semih’e teslim eder. Ancak Semih’in babası devlet büyüklerini gücendirebileceği düşüncesiyle kitabın basımını durdurur. Semih de yaşlı adamı memnun etmek için masrafını cebinden karşılayarak birkaç nüsha bastırır ve yaşlı adama verir. Yazdıklarıyla gurur duyan adam bu kitapları imzalayarak ilgili kurum ve kuruluşlara göndermek ister. Semih, binlerce baskı yaptığı yalanını ortaya çıkaracağı korkusuyla kitapların gönderimini üzerine alır. Yümnü Beyin baskı parası olarak aldığı ödemeyi gören Necati, Semih’le işinin bittiğini anlayıp ona baldızından uzak durmasını söyler. Semih duydukları karşısında aceleyle çıkarken Yeni Yurt Gazetesinin başyazarı adına imzalanan kitabı düşürür. Şehriban da çarşıya giderken kitabı postaya bırakır. Ertesi gün Hulki Sakıp Damar, Yümnü Beyi ziyaret ederek yazdıklarının seçmenlerinin kafasını bulandırabileceğini, üstelik iddialarının mesnetsiz olduğunu söyler. Yümni Bey, Damar’ın Talat Paşaya yazdığı mektubu göstermek istese de bulamaz. Adamın alaya eder bir tavırla para vermeye kalkışması karşısında da onu evinden kovar. H. S. Damar da Yümni Beye dava açar. Semih, senil demans hastası Yümnü Beyin cezai ehliyeti olmadığına dair bir rapor alır. Karşı tarafın avukatından da söz konusu mektubun beş bin lira karşılığında Necati’nin aracılığıyla çalındığını öğrenir. Damar da yaşlı adamın darülacezeye yatırılması karşılığında davadan vazgeçeceğini belirtir. Böylece Yümnü Bey başladığı yere geri dönmüş olur.