Haldun Taner’in Önce İnsan / Devekuşuna Mektuplar-1 adlı eseri yazar tarafından 1958 ve 1959 yıllarında yazılmış köşe yazılarının derlenmesiyle meydana gelmiştir. Bu köşe yazıları genellikle siyasi ve kültürel eleştiriler ile ilgilidir. Öncelikle belirtmek gerekir ki Haldun Taner kişileri değil zihniyetleri hedef alır. O, yaptığı tüm eleştirileri, basit bir şekilde herhangi birini yerin dibine geçirmek için yapmaz; kalemini, yanlış gördüğü bir düşünce ya da davranış tarzını eleştirmek yoluyla düzeltme amacıyla kullanır. Haldun Taner’in eleştiri yazıları genellikle şöyle bir yapıya sahiptir: Öncelikle siyasi ve kültürel konularda önemli gördüğü bazı problemlere dikkat çeker. Sonra edebi metinlerden, halk anlatılarından, tarihi hakikatlerden veya yurtiçi ile yurtdışına ait güncel olaylardan örnekler verir. Böylece, misallerle meseleyi açıklığa kavuşturur. Son olarak, çerçevesini genişletir; anlattığı ya da eleştirdiği olayı daha geniş bir perspektife oturtur. Böylece, asıl anlatmak istediği şeyin, bahse konu olan basit olaydan ibaret olmadığını, bunun bir zihniyet meselesi olduğunu ve söz konusu aksaklığın ya da hatanın düzeltilmesi için öncelikle zihniyetin değiştirilmesi gerektiğini anlatmak ister. Bu isteğine rağmen yazar, Türk halkı tarafından gereği gibi anlaşılamayacağını düşünür çünkü ona göre Türkler, önemli meseleleri görmezden gelmeye alışmış bir toplumdur. Hakları elinden alınsa bile ses çıkarmayacak kadar tembelleşmiş bir halktır. Tıpkı kafasını kuma gömüp tehlikeden kaçtığını zanneden bir devekuşu gibidir. Ancak böyle davranarak devekuşu tehlikeden kaçamaz, yalnızca tehlikeyi görmezden gelir. Bu tavır, Türklerin siyasi ve kültürel meseleler karşısındaki durumuna tıpatıp uymaktadır. Bundan dolayı yazar, yazılarını bir mektup formunda hayali bir devekuşuna (daha doğrusu devekuşu ile sembolize ettiği Türk halkına) yazmaktadır. Haldun Taner, yaptığı eleştirileri ya da dikkat çektiği problemleri belirli bir siyasi partinin organik aydını olarak değil, tamamen bağımsız bir şekilde ortaya koyar. O, bir yazısında da belirttiği gibi, ne iktidara ne de muhalefete yakındır. Onun yeri, yalnızca hakikatin yeridir. Bundan ötürü hem iktidarı hem de muhalefeti korkusuzca eleştirir. Türkiye’de demokrasinin bir avam yönetimi hâline getirilmesi yazarı en çok rahatsız eden durumlardan biridir. Bu hâl, az sayıdaki aydınların siyasiler tarafından yok sayılmasına yol açmaktadır. Nihayetinde siyasetçilere göre iki ümminin oyu bir profesörün oyundan daha önemlidir. Böylece siyasetçiler nitelikli insanları görmezden gelerek halkı kandırmaya çalışmaktadır. Bu ise, demokrasinin asıl amaçlarından sapmalara sebep olmaktadır. Siyasetçiler, sadece kendi menfaatlerini düşünür bir şekilde davrandıkları için herhangi bir duruştan mahrumdur. Eğer çıkarına uyacaksa, birbirine zıt düşünceleri ve ideolojileri temsil eden partiler arasında geçiş yapmaktan utanmazlar. Bundan dolayı Türk siyaseti, birbiri arasında transfer olan futbol oyuncularının durumu gibidir. Herkes, her partide boy gösterir ve hayatının belirli dönemlerinde birbirine zıt düşünceleri temsil eder. Hatta iktidar kim olursa olsun, belirli bir kesim, daima onlara yalakalık yapmaya devam eder ve herkesle iyi geçinir. Bu durum ise, memur ya da yönetici tabakasındaki şahsiyetsizliğin bir göstergesidir. Haldun Taner’e göre Türk tarihindeki tüm iktidarlar, her ne kadar özgürlükleri savunsalar da basın mensuplarını baskılamayı alışkanlık hâline getirmişlerdir. Bir basın mensubunu ilk baskılayan parti İttihat ve Terakki olmuştur. Parti, işine gelmediği için Ahmet Samim’i bir köprü başında öldürmüştür. Bu baskı, 1959 tarihine dek aynen devam etmiştir. Türkiye’de memurun iş garantisi yoktur, her an işinden kovulabilir. Basın mensubu, türlü davalarla uğraşmak durumunda kalabilir. Aydın, sesini duyuramaz. Bu hâl, hem siyasetçilerin menfaat ilişkileri dahilinde davranması hem de Türk halkının suya sabuna dokunmaktan çekinip kendi köşesinde miskin miskin oturması dolayısıyladır. Bu hâl ise gerçek demokrasiye uymaz. Türk halkı ilgilenmesi gereken meselelere sırt çevirip kendini futbol izlemekle, kahvehane köşelerinde vakit geçirmekle oyalar. Hâlbuki asıl görev, demokratik bir düzene layık davranabilmek, gerçek bir vatandaş olabilmek, demokrasiyi yalnızca oy verme eylemine değil siyasi hayatın her safhasına yayabilmektir. Ne yazık ki böyle bir durum henüz söz konusu değildir. Bundan olayı Türkiye’de hem halk hem de siyasetçiler arasında bir bozulma mevcuttur.
Haldun Taner’in siyasi ve kültürel eleştirileri, Türkiye Cumhuriyetinin çok partili rejime geçişinin ilk zamanlarını yani 1958 ve 1959 yıllarını anlatmakta, o dönemin demokrasisine, siyasi anlayışına ve halkın demokratik tutumuna ışık tutmaktadır. Yazar, güncel olaylarla yetinmeyerek durumu geniş bir perspektiften incelemekte, asıl meselenin zihniyet meselesi olduğunu vurgulamakta ve sorunların giderilmesi için zihniyetin değiştirilmesi gerektiğini belirtmektedir. Böylece Taner, yalnızca kendi zamanının değil bütün bir Türk halkı zihniyetinin eleştirisini yapmaktadır. Dolayısıyla onun eleştirileri yalnızca kendi zamanına ait değil hem geçmişe hem de geleceğe aittir. Bu nedenle günümüzde dahi Haldun Taner’in güncelliğini kaybetmediği söylenebilir.