Mustafa Kutlu’nun Hüzün ve Tesadüf adlı kitabı içerisinde on yedi kısa hikâye barındıran bir eserdir. İlk hikâye olan “Seyfettin’i Severdik”, vefat eden nev-i şahsına münhasır ve herkes tarafından sevilen bir adamın adeta bir nekroloji yazısıdır. Çalakalem ve içten geldiği gibi yazılmış izlenimi vermektedir. Sanki bir gazeteye köşe yazısı olmak üzere gönderilecek şekilde kaleme alınmıştır. “Mahzun Mücahit”, savaşa katılmak üzere evden çıkıp ancak yıllar sonra ailesine kavuşan bir asker hakkındadır. Askerin eşi ve çocuğu geçen onca zamana karşı hâlâ ondan ümit kesmemişler, bir gün gelebilir diye yollarını gözlemişlerdir. Umdukları gibi de olmuştur ancak asker bir kolunu geride bırakmıştır. Çocuğun alçak bir sesle ve belki de kendi kendine “Kolun nerede kaldı baba?” diye sorması oldukça duyguludur. “Bir Şey Yap” hikâyesi bir diyaloğu konu almaktadır. Birbiriyle sohbet eden iki kişiden biri idealist diğeri ise realisttir. İdealist olan insanlık adına iyi bir şeyler yapmak gerektiğini söyler. Realist olan ise hakiki dünyada iyi bir şey yapmanın zorluklarına değinir. “Su Sesi”, bir mescidin bahçe duvarına yaptırılan bir hayrat çeşmesinin sürekli çalınan musluğu hakkındadır. Ne kadar tamir edilirse edilsin birileri bu çeşmeye zarar vermeye devam eder. Cevat adlı biri ise ne olursa olsun bu çeşmeyi tamir etmeyi üzerine bir vazife olarak kabul ediyor. “Uysallığın Lüzumu Yok, İsyanın Sırası Değil” adlı hikâyede hayata, siyasete ve diğer pek çok şeye karşı soruları olan bir adamın iç konuşması anlatılmıştır. “Masal ve Rüya” postmodern dünyada hayatımızı terk etmeye başlayan masallara dairdir. Masallar hayatımızdan çıkınca rüyalar da bizi terk etmeye başlamıştır çünkü masal günlük hayattan rüyaya geçişin en önemli aşamasıdır. Yazarın şu sözleri oldukça dikkat çekicidir: “Masallara boşverdiğimiz günden bu yana rüya göremez olduk. İp koptu, zaman uçtu, hayat köşe bucak bir yerlere saklandı. Uykularımız kâbuslarla donatıldı.” “Tâcıser’in Şiiri” müşterisinden şiir okumasını isteyen bir konsomatrise dairdir. Ne var ki onun Kayserili zengin müşterisi edebiyattan anlamayacak kadar cahildir. Kadına ev, yat, kat gibi şeyler teklif eder. Tâcıser adlı konsomatris ise şiirde diretince uyduruk birkaç mısra söyleyiverir. “Kambur Hafız ve Minare” adlı hikâyede Mustafa Kutlu’nun yazdığı bir intihar hikâyesi konu alınır. Bir müezzin kendi hayatıyla bu hikâye arasında paralellik görünce yazara gider ve hikâyeyi değiştirmesini söyler. Yazar da müezzinin dediğini yapıp yeni bir hikâye kaleme alır. Böylece –muhtemelen- müezzin intihar düşüncesinden kurtulur. Kitaba adını veren “Hüzün ve Tesadüf” hikâyesi bir zamanlar çalıştığı tren istasyonuna yıllar sonra giden bir adamın yaşadıklarını konu alır. O, burada yaşamıştır da. Hatta çocukluğu bile burada geçmiştir. Tanıdıklarını yaşlanmış, hatta bazılarını ölmüş bulur. “Karakoncolos” çocukların saf duyguları ışığında bir cadının nasıl görüldüğüne dairdir. Çocukların İslamiyet’e dair söylediklerine çıldıran Karakoncolos bir gece süpürgesine biner ve gökyüzüne uçar. Bir çocuk ise Karakoncolos hakkında hidâyet duaları etmektedir. “Mevzu Derin”, bir kız kaçırma hikâyesidir. Aşçıbaşı Âdem, aşçılığa meraklı olan Profesör Hamdi Bey’in yalısında işe girer. Hamdi Bey’in oğlu Aşçıbaşı Âdem’in kızıyla ilgilenince Âdem bu durumdan hoşnut olur. O sıralarda Selami adlı bir genç de kızla evlenmek istemektedir. Bir gün Hamdi Bey’in oğlu Âdem’in kızına yanaşır. Kız bunu uzaklaştırır. Nasıl olduysa durum gazetelere haber olur. O sıralarda bir partinin genel başkanı olmaya çalışan Hamdi Bey ise durumdan rahatsız olur. Onun oğlunun şarkıcı sevgilisi ise çıldırır. Nihayet Selami, memleketi bu dertten kurtarmak için Aşçıbaşı Âdem’in kızını kaçırır. Orta Asya’ya götürür. Türkiye’de sular durulunca kendi döner ama karısını orada bırakır. Taksicilik yapar. Taksinin arkasına ise “Mevzu Derin” yazdırır. “Uç Selahattin Uç” adlı hikâye, sonu ölümle biten bir mahalle futbolunu anlatmaktadır.
Mustafa Kutlu’nun akıcı, kolay anlaşılan, basit ve duygulu hikâyeleri okuyucuda saf etkiler uyandırmaktadır. Kitabı bitirip kapağını kapattığımızda aklımızda o hikâyelerin hissettirdiği içli duygular kalmaktadır. Bu da yazarın ne kadar etkileyici bir sanata sahip olduğunun en güzel kanıtıdır. Kitabı bitirdiğimde Mustafa Kutlu’nun bütün eserlerini okumayı arzuladım. Hepsini okuyamasam da artık Mustafa Kutlu’dan elime ne geçerse okuyacağıma kendi kendime söz verdim.