Keloğlan: Fakir bir babanın üç oğlu vardı. Büyük oğlunu okutmuş, küçük oğluna ileride dükkânını bırakmayı düşünmüş fakat ortanca oğluna verecek bir şeyi kalmamıştı. Ortanca oğluna isim dahi koymamış, onu her daim Keloğlan diye çağırmışlardı. Küçük yaşından itibaren çalışıp parasını kazanan Keloğlan on iki yaşına kadar çok sıkıntılar çektiğinden artık dayanamayarak büyük adam olma arzusuyla uzaklara gitmeye karar verir ve yollara düşer.
Yolda kendisi gibi büyük işler peşinde yola koyulmuş üç kişiye rast geldi ve dört arkadaş olarak yollarına hep beraber devam ettiler. Hep birlikte dağları aştılar, dereleri geçtiler ve uzun yollar sonunda karşılarında büyük bir kule gördüler. Kuleye yaklaştıklarında bir Dev Karısının orada oturduğunu gördüler. Devlerin Kanununda Dev Karısının memesinden süt emenler onun evlatları olurmuş ve Dev Karısı onları yiyemezmiş. Bunu bilen Keloğlan arkadaşlarına da anlatır ve hep birlikte Dev Karısının memelerinden süt içerler. Dev Karısı da artık onları evlat bilir ve onları o gece misafir eder. Fakat Dev Karısı kanunlarını yok sayarak gece çocukları yemeyi planlıyordu. Onların uyumasını bekledi ve yemek için odalarına gitti. Fakat Dev Karısının planını anlayan Keloğlan tüm gece uyumadı. Dev Karısı neden uyumadığını sorduğunda bir şeyler yemeden uyuyamayacağını söyleyerek sürekli onu kuleden uzak yerlere gönderip bir şeyler getirmesini, ancak öyle uyuyacağını söyledi. Dev Karısı da gece boyunca Keloğlan ne isterse gitti getirdi bu böyle sabaha kadar sürdü. Sabah olduğunda Dev Karısı tekrar bir şey getirmeye gittiğinde Keloğlan arkadaşlarıyla Kule’nin tepesine çıktılar. Dev Karısı Kuleyi yıkmak istedi fakat Keloğlan kendi isteğiyle indi ve ona bir oyun oynayarak kaçıp gittiler. Daha sonra çocukların peşine düşen Dev Karısı onları ırmakta buldu ve yakalamak istedi. Keloğlan yine ona bir oyun oynadı ve ırmaktan geçmeye çalışırken Dev Karısı dibi boyladı. Keloğlan Dev Karısının gözlerini ve kulaklarını keserek Padişaha götürdü. Padişah da Dev Karısının ölümüne karşılık onun tüm hazinesini çocuklara verdi. Dört arkadaş bu hazinelerle istediklerine ulaşmış oldular.
Tembel Ahmet: Bir Padişah’ın bir oğlu üç kızı vardı. Oğlu aşk yüzünden delirmişti. Padişah kızlarını evlendirmeye karar verdi ve her birine sormaya başladı: Büyük kız ve ortanca kız babalarının münasip gördükleri kişilerle evleneceklerini söylediler fakat küçük kız genç bir oğlanla evlenmek istediğini söyledi. Padişah bunun üzerine sinirlendi ve küçük kızını memleketin en tembel gencine verdi.
Tembel Ahmet gerçekten lakabının hakkını veren cinsten; eli iş tutmaz, miskin miskin yatardı. Kız bir gün bu duruma sinirlendi ve eline bir sopa alıp onu kovalamaya başladı. Derhal bir iş bulup çalışmasını ve para getirmesini söyledi. O günden sonra Ahmet her bulduğu işte çalıştı, kazandığı parayı eve getirdi. Fakat eve korkusundan giremiyor kapıdan parayı verip tekrar çalışmaya gidiyordu. Ahmet bir gün yeni bulduğu iş için kervanla yola çıktı. Kervan bir su kuyusunun yanında durdu ve Ahmet kovaları suyla doldurmak için kuyuya indi. O sırada kuyunun içinde bir kapı gördü ve içeri girdi. İçeride yalnız başına oturan, oraya hapsedilmiş bir kız gördü. Kıza onu dönüşte kurtaracağını söyledi, kız da ona kendisini unutmasın diye yüzüğünü verdi. Ahmet oradaki bahçeden nar aldı ve heybesine koydu. Ahmet bir arkadaşıyla heybesini eve gönderdi. Karısıyla annesi narlardan birini kesince içinden mücevherler çıktı. Onlar da bunlardan büyük bir saray yaptırdılar.
Ahmet’in çalıştığı kervanın sahibi ona bir tepsi verdi ve Musul Kralına götürmesini söyledi. Kral Ahmet’in parmağında kızının yüzüğünü görünce sordu ve Ahmet olanları anlattı. Ahmet hemen gitti kızı kurtardı ve babasına kavuşturdu. Kız nişanlısına gitmek istedi, Ahmet onu nişanlısına götürdü: çünkü nişanlısı Ahmet’in karısının abisiydi. Ahmet kızı saraya götürdü ve karısının babası padişaha her şeyi anlattı. Şehzade nişanlısını görünce deliliğinden eser kalmadı. Sonunda onların da düğünleri yapıldı.
Kuğular: Bir Padişahın Nilüfer isminde bir kızı ve on bir oğlu vardı. Anneleri ölünce padişah başka biriyle evlendi. Padişahın evlendiği kadın bir büyücüydü ve Nilüfer’in yüzüne, vücuduna karalar çaldı, babası onu beğenmesin diye. Diğer on bir kardeşine de kuğu olmaları için büyü yaptı. Kuğular saraydan uçtular ve bir daha geri dönmediler. Nilüfer de kardeşlerinden ayrılınca üvey annesine dayanamadı ve o da saraydan kaçtı. Bir gün gölde kardeşlerine denk geldi. O günden sonra tepedeki bir köşkte hep birlikte yaşamaya başladılar. Nilüfer bir gün rüyasında yaşlı kadın gördü, ona süt gölüne girer yıkanırsa eski güzelliğine kavuşacağını söylemişti. Nilüfer gitti süt gölünde yıkandı ve eskisi gibi güzel bir kız oldu, kardeşlerini onu görünce şaşırdılar, çok sevindiler. Başka bir gece Nilüfer yine aynı yaşlı kadını rüyasında gördü. Bu sefer kardeşlerine mezarlıklardaki ayrık otlarından birer gömlek örüp giydirmesini o zaman eski hallerine döneceklerini söyledi. Ama gömlekler bitene kadar asla kimseyle konuşmamalıydı.
Nilüfer gece gündüz demeden ot topluyor, gömlek örüyordu. Bir gün o ülkedeki padişahın oğlu Nilüferi gördü, âşık oldu, onunla evlenmek istediğini söyledi. Fakat kız hiç konuşmuyordu. Kızı sarayına götürdü ve düğün dernek kurup evlendiler. Nilüfer hala konuşmuyor, sürekli örüyordu. Etraftakiler şehzadeye karısının bir büyücü olduğunu söylediler, o da söylenenlere inandı ve asılması hükmünü verdirdi. Cellat tam son hazırlığını yaparken Nilüfer gömlekleri bitirdi, kardeşleri yanına uçup geldiler, gömlekleri giydiler ve insan oldular. Nilüfer olup bitenleri anlattı ve o andan sonra mutlu mesut hayatlarına devam ettiler.
Nar Tanesi Yahut Düzme Keloğlan: Vaktiyle büyük bir padişah ve onun da Gülsün Sultan adlı bir kızı vardı. Gülsün Sultanı başka bir padişahın oğluna verdiler. Şehzade ile Gülsün Sultan, şehzadenin memleketine giderken yolda durdular ve şehzade yerde bir nar tanesi gördü, aldı ağzına attı. Gülsün Sultan bu hareketinden sonra nazik biri olmadığını söyleyerek evlenmekten vazgeçti ve kendi ülkesine geri döndü.
Şehzade bu duruma çok içerlediğinden hem Gülsün Sultan’dan öç almak hem de ona bir şekilde kavuşmak için bir plan yapmıştı. Onların sarayına Keloğlan kılığında bir bahçıvan olarak işe girdi. Gülleri çok sevdiğini bildiğinden her gün bahçesine güller ekti Sultanın. Keloğlan bahçedeki kulübede her gün türküler söylüyor, Sultan da bunları dinliyordu. En sonunda bir gün bahçıvanın kendisine âşık olduğunu anladı ve o da aşkını itiraf etti. Birlikte saraydan kaçtılar. Yolda giderken Keloğlan Gülsün Sultana yolda bulduğu tarak, peştamal ve kirli bir tası alıp bohçasına koymasını, gidecekleri yerlerde bunları bulamayacaklarını söyledi. Gülsün Sultan da tiksinerek de olsa alıp bohçasına koydu, yürüye yürüye şehzadenin yurduna geldiler. Sarayın yakınlarında bir kulübeye yerleştiler. Şehzade arada bir kulübeye Keloğlan kılığında gidiyordu. Bir gün Şehzade saraya giderek başka biriyle evlenmek istediğini, derhal hazırlık yapılmasını emretti. Daha sonra Keloğlan olarak kulübeye gitti ve Gülsün’e saraya gitmesini, hazırlıklarda yardım etmesini, para kazanmasını söyledi. Bir de oradaki kumaşlardan bir parça aşırmasını, doğacak bebeğine elbise yapmasını söyledi. Gülsün saraya gittiğinde şehzade yardımcı kadınların aranmasını emretmiş, kumaşlardan birinin çalındığını söylemişti. Aramalarda parça Gülsün’den çıktı ve bin türlü hakaret işiterek kulübesine kaçtı gitti. Keloğlan Gülsün’ü bir gün hamama gönderdi, çünkü sarayın bütün kadınları orada olacaktı. Şehzade onlara hamamdaki kadınlara bir bilmece sormasını, kim bilirse o kadınla evleneceğini söylemişti. Bilmeceyi Gülsün bildi, şehzade onunla evleneceğini söyledi ve düğün için hazırlamalarını emretti. Şehzadenin odasına çıktıklarında Gülsün karşısında yeni kocası ve eski kocasının aynı kişi olduğunu görünce çok sevindi. O günden sonra mutlu yaşadılar.
Keşiş Ne Gördün?: Yoksul bir kadının ip satarak geçinen üç kızı vardı. Bir gün küçük kız pazarda sattığı iplerin parasıyla bir tavuk alarak eve döndü. Bunu gören ablaları çok kızdılar. Küçük kız tavuğu elinden kaçırdı ve tavuğu yakalamak için düştü peşine. Tavuk sonunda bir yere girdi, kız da peşinden girdi. Girdikleri yer cennet bahçesi gibi çok güzeldi. İçinde üç çadır vardı. Elmaslı, İncili, Zümrütlü Çadırlar. Kız her yeri temizledi, yemekleri yaptı, sofraları hazırladı ve saklandı. Üç şehzade geldiler, ayrı ayrı çadırlarına girdiler. Etrafı derli toplu yemekleri de hazır görünce her biri diğer kardeşi yaptı sandı. Bu olay böyle birkaç gün devam etti. Sonunda bir başkasının yaptığını anladılar. Sırayla nöbet tuttular ve küçük şehzade küçük kızı yakaladı. Kız durumu anlattı, şehzade onu çadırında sakladı.
Bir gün padişah oğullarını savaşa çağırdı. Küçük şehzade kız uyurken mektup bıraktı ve gitti. Kız mektubu okuduktan sonra yola çıktı, arkalarından gitti. Yolda bir keşişe rast geldi ve onun kıyafetleriyle kendininkileri değiştirdi, şehzadelere yetişti. Küçük Şehzadenin aklı kızdaydı, keşişe sürekli “Keşiş Ne Gördün?” diye kızı soruyordu. Şehzade de keşişin verdiği cevapları çok beğendiğinden onu hiç yanından ayırmadı. Daha sonra barış sağlandı şehzadeler saraya döndü. Padişah oğullarını evlendirecekti. Bu arada küçük şehzade keşişe bir dükkan açtı, her gün yanına gidip sohbet ediyordu. Küçük şehzade bir gün düğününe çağırmak için geldi dükkana. Keşiş de kendi yerine annesi ve kardeşini göndereceğini söyledi. Küçük kız keşişin kardeşi olarak gitti düğüne. Kızı görenler güzelliğine hayran kaldı, gelin çirkin olduğundan küçük kızı şehzadenin odasına götürdüler. Şehzade kızı çok beğendi, ona bir yüzük verdi. Ertesi gün keşişin yanına gittiğinde yüzüğü onun parmağında gördü, kız keşiş şapkasını açtı, şehzade ormanda bıraktığı kızla dün geceki kızın aynı olduğunu anladı, çok sevindi. Sonrasında birlikte, mutlu bir hayat yaşadılar.
Pekmezci Anne: Bir tüccarın Akçiçek adında dünyalar güzeli bir kızı vardı. Annesi öldüğünden ona dadısı bakardı. Tüccar bir gün hacca gidecekken kızını yalnız bırakmaya gönlü razı gelmedi. Kızı da babasına “dadımla bizim bir yıllık ihtiyacımızı ev koy, bizi buraya kapat, sen gelene kadar idare ederiz” demiş babasının gönlünü ferahlatmıştı.
Günlerden bir gün padişah bir evde bir kızın kapalı kaldığı haberini aldı. Kendine gönlü zengin bir kız arıyordu ve düştü Akçiçek’in peşine. Yaşlı kadın kılığında pekmez satıcısı gibi evin önüne geldi. Kız evde pekmez olmadığından dama çıkıp sarkıtmasını söyledi. Pekmezci pekmezi vermiş bir de güzel maniler söylemişti, bu kızın hoşuna gitti. Bu olay böyle günlerce devam etti. Bir gün Akçiçek’in babası döndüğünde vezirler tarafından karşılandı, evinin kapısında süsler gördü; hem şaşırdı, hem sevindi. Sonra padişah babayı saraya çağırıp kızını isteyince mutluluğu daha çok arttı. Akçiçek saraya pekmezci annesiyle gitti fakat bir anda kadın kayboldu. Akçiçek o olmadan evlenmem diye diretince şehzade gerçeği açıkladı. Sonra kırk gün kırk gece düğünle, Akçiçek hem şehzadesine hem pekmezci annesine kavuşmuş oldu.
Yılan Beyle Piltan Bey: Bir padişahın hiç çocuğu olmuyordu. Bir gün yine yalvardı “Allah’ım yılan da olsa bize bir evlat ver.” Daha sonra karısının hamile olduğunu öğrendiler. Dokuz ay sonunda Hanım Sultan’ın sancıları tuttu fakat hangi ebe gelse doğurtamadan ölüyordu. En sonunda memleketin imamına söylediler bir ebe bulmasını. İmamın da bir kızı vardı, bu kızın da üvey anası. İmam karısına ebe bulmasını söyledi ve o da kızdan kurtulmak için bunu fırsat bilerek onu saraya ebe diye götürdü. Kız üvey annesinin fenalığından ağlaya ağlaya annesinin mezarına gitti. Mezardan annesinin sesi geldi: “Kızım korkma, git saraya bir kazan süt iste. Yılan sütü görünce kazana girer sana da bir şey yapmaz.” Kız bunun üzerine saraya gitti annesinin dediğini yaptı ve saraydan övgülerle, ödüllerle uğurlandı.
Yılan Bey büyüdü okuma çağı geldi fakat bütün ona okuma öğretenleri sokarak zehirledi. Yine imamdan bir hoca istediler, imamın karısı üvey kızını bu sefer de hoca diye götürdü saraya. Kız yine önce annesinin mezarına gitti ve annesi ona: “Kızım yılan bey sana dokunmaz hocalık etmekten korkma.” Dedi ve kız bunun üzerine üç ayda yılan beye okuma öğretti, yine büyük övgülerle saraydan ayrıldı.
Yılan Bey’in evlilik çağı gelmişti fakat evlendiği bütün kızların ertesi sabah saraydan ölüsü çıkıyordu. Yine bu iş için imama danıştılar, imamın karısı üvey kızını gelin diye saraya götürdü. Kız yine önce annesinin mezarına gitti, annesi ona yine akıl verdi: “Kızım hiç korkma. Yılan beyin kırk kat gömlekten derisi var, sen de kırk kat gömlek giy. Kırkıncı gömleği çıkarınca altından güzel bir şehzade çıkacak.”
Kız annesinin dediğini yapmış ve yüzü güzel kendi güzel bir şehzade olmuş Yılan Bey. Üvey anne yine hasedinden çatlamış. Yılan Bey bir gün savaşa gidince üvey anne kızı kandırarak ırmağa itti, her şeyini alıp kaçtı. Kız bir mezarın yanına sokulup uyuduğu sırada mezarın içine çekildi. Orada esir edilmiş padişah oğlu Peltan Bey vardı. Aylar geçti, kız uyandı ve Peltan Bey’den hamile kaldığını anladı. Peltan Bey ondan bir şeyler istedi, kız söylenenleri yaptı ve Peltan Bey’in esareti bitti, onun ülkesine döndüler ve iki çocukları daha oldu. Sonra Yılan Bey savaştan döndü, karısını göremedi, düştü peşine. Bulduğunda kız kimi seçerse onunla kalacak diye anlaştılar ve kız çocukları için aşkından vazgeçerek Peltan Bey’i seçti. Yılan Bey yine eskisi gibi yılan oldu, bir delikten girip gitti.
Bundan sonraki hikâyeler Manzum (şiir) şeklinde yazılmış olanlardır.
Kolsuz Hanım: Bir padişahın iki evladı var. Kızın adı Ay, oğlanın Yıldız. Bir de bunların üvey anneleri var. Padişahı karısı hacca gönderir ve o Ay ile Yıldız’a türlü kötülükler yapar. Yıldız’ı tutsak eder, Ay onu kurtarırken Ay’ın kollarını kestirir, Yıldız bunu görür delirir. Üvey anne kızı koyar sandığa, salar denize. Bir şehzade bulur evlenir onunla. Üvey anne kötülüklerin devam eder, şehzade Ay ile çocukları cellata verir. Cellat onlara kıyamaz, gönderir. Padişah hacdan döner, üvey annenin yaptıkları anlaşılır ve onu kovarlar.
“Ay Hanım Türkiye, İslam’dır Yıldız,
Üvey Anne ise hain İngiliz.”
Dizeleriyle de anlayacağımız üzere, bu hikâye Kurtuluş Savaşımızı anlatan niteliktedir.
MENKIBELER
Arslan Basat: Bu bölüm Dede Korkut hikayelerinden Arslan Basat adıyla derlenmiştir. Boğaç’ın doğumundan öncesini, doğumunu, sonrasında olanları, Oğuz ilini nasıl kurtardığını, tüm kahramanlıklarını manzum şeklinde dört başlık altında anlatır.
I.Nasıl Dünyaya Geldi ?
II. Nasıl ve Nerede Büyüdü ?
III. Daha Küçük Bir Çocukken Kızgın Bir Boğayı Nasıl Yendi ?
IV. Oğuz İlini Tepegöz’den Nasıl Kurtardı ?
Polvan Veli: Bu hikaye de manzum türünde yazılmış, destansı bir hikayedir. Polvan Veli adında bir pehlivanın anlatıldığı bu hikayenin ; araştırmalar sonunda Mahmud Pehlivan adındaki bir veliye ait olduğu tespit edilmiş.
Polvan Veli gücüyle anılan bir pehlivan. Bir gün onu Dev Pençe ile çıkarırlar meydana. Dev Pençe’nin annesi korkar Polvan Veliden oğlunu öldürecek diye. Oğlu için dua ederken Polvan Veli duyar ve kadının üzülmesindense yenilmeye bile isteye razı gelir.
TARİHİ HİKÂYELER
Alparslan: Malazgirt Muharebesini anlatan manzum ve iki perdelik piyes şeklinde yazılmış bir hikayedir. Malazgirt Zaferi anlaşılır ve tiyatral bir şekilde anlatılmış. Aynı zamanda Türk ve İslam birliğine sıkça vurgu yapılmış.
… “Türk varken İslamiyet emindir bu ülkede.”
… “İslamiyet bir kızdır bekçisi Türk bir Arslan.”
Altın Işık Konusu
“Bedenimin babası Ali Rıza Efendi, hislerimin Namık Kemal, fikirlerimin Ziya Gökalp’tır.” diyen Mustafa Kemal, Gökalp’ın nasıl büyük bir fikir adamı olduğunu bu sözüyle açıklamıştır. Aynı zamanda iyi bir araştırmacı ve gözlemci olan Ziya Gökalp, halk edebiyatından masallarını, öykülerini ve destanlarını bu kitabından toplamıştır.
Kitapta toplamda on üç masal, iki menkıbe ve bir destan olmak üzere üç ana başlık altında; “Masallar”, “Menkıbeler”, “Tarihi Hikâyeler” şeklinde derlemelerin olduğu bir kitaptır.
Masallardan ilk yedi tanesi mensur (düz yazı) şeklinde; sonraki altı tanesi manzum (dize) şeklinde kaleme alınmıştır.
Ziya Gökalp’ın Altın Işık kitabını yazmaktaki amacı; milli değerlerin çocuklarda masallarla uyandırılması ve çocuklara eğitici nitelikte olmasıdır. Kitabın sonunda yer alan “Kavramlar ve İsimler Sözlüğü” kitap içindeki terimlerin, kişi ve milletlerin daha iyi anlaşılması açısından yararlı olmuş.
Kitabın dili orijinali bozulmaması açsından biraz ağır fakat son derece sadeleştirilmiş. Her yaştan okunması gereken bir kitap. Daha önce Ziya Gökalp okumamış olanlar için de ideal bir başlangıç kitabı olabilir.
Altın Işık Soruları ve Cevapları
altın ışık kimin eseri?
Altın Işık Ziya Gökalp'in bir eseridir.
altın ışık türü nedir?
Altın Işık türü masal ve öykü olarak kabul edilir. Kitapta masal ve öyküler yer almaktadır.
Altın Işık Yorumları
çok kapsamlı ve güzel bir özet olmuş elinize sağlık
29-03-2018 19:20
bu özeti kim yazmış merak ediyorum kitap gibi özet keşke gerçek anlamda kısa bir özet yazsaymışsınız çünkü özet dediğin kısa olur
07-11-2018 19:39
hepsini kapsayan öz ve güzel bir özet olmuş elinize sağlık
08-11-2018 03:43
oldukça faydalı bir kitap olduğunu düşünüyorum günümüzde pek çok çocuk kitabı var ama ziya gökalp gibi birisinin kaleminden çıkması bunu çok farklı yapıyor
22-01-2020 23:09
altın ışık kitabı harikaydı yazarı kimse eline sağlık harika yazmış
18-02-2020 12:34
almak yerine buradan okumak çok güzel
11-04-2021 16:40
altın ışık kimin eseri
12-05-2022 19:18
altın ışık hangi dönemde yazılmıştır?
13-11-2022 17:22
ağır ama güzel bir kitap okumanızı öneririm
11-05-2023 23:12
kızıl kule efsanesi kısaca lazım ama burada bulamadım