Kitabın anlatımıyla başlamak istiyorum. İskender Pala’nın anlatımını bilen için normal gelen bir kitap olsa da ilk kez okuyanlar için biraz ağır bir dili var kitabın. Kitap okurken sıkmıyor, aksine sizi içine çekiyor. Anlatımın gidişatı merak uyandırıyor. Türkiye’den Japonya’ya kadar uzanan bu yolda, üç din ve Hz. İbrahim hakkında sayısız bilgi var. Dan Brown tarzı yazı stili ve konusuyla güzel bir kitaptı. Her bölüm sonunda bir bölüm daha okuyup bırakacağım diye diye kitabı bitirdim. Maalesef kitap, yoğun bir anlamı olduğu için boş zamanınızda okuyabileceğiniz bir kitap değil. Kafanızı verip okumanız gerekiyor. Eğer kafanızı vererek okumazsanız bazı ayrıntıları kaçırabilirsiniz. Kitaptaki hikâyeyi resimler ile pekiştirmiş yazar. Bu şekilde doğruluğuna dair şüpheniz de bir yerden sonra yok oluyor. Bu özellik kitaba bence bir ansiklopedi havası da vermiş.
“İnsan bu şehirde ancak âşık olabilir!” (İstanbul)
AbumRabum kitabının konusuna gelirsek, dinle bağlantılı bir polisiye romanı. Kitabın adını ilk duyduğumda anlamını merak edip ne olduğunu araştırmıştım. Tam olarak bir çeviri bulamasam da birkaç yorum ve eleştiri sayfasında “Peygamberlerin Babası” olarak çevrilmiş. Bu da Hz. İbrahim’i işaret etmekte. Hz. İbrahim tüm kitabın odak noktası. Üç dinin bağlantısı, ülkeler arası geçiş ve arada Selim Hoca’nın okuduğu hikayeler bunun üzerine kurulu.
Zelot, CIA, Mossad… Kitap, birçok örgütten bahsetmekte. Bana göre bu örgütlerden en ilginci Zelotlar. Zelotların cinayet ile nasıl bir bağlantısı olacağını kestirememiştim ama tören sırasında hikâyeye dahil olan karakter ile her şey yerine oturmaya başladı. Aynı zamanda İstanbul’da yakalanan tarihi eser kaçakçısının da bu örgütle bir bağlantısı bulunuyor.
AbumRabum, Japonya’daki bir okulun 100. Yıl diploma töreninde yaşanan bir cinayetle başlıyor. Bu hikâye öncelikle Japonya’da başlıyor ve birbiriyle bağlana bağlana 3 ülkeyi daha kendine dahil ediyor. Cinayet arkasında hiçbir iz bırakmadan yaşanmış olmakla birlikte birkaç şüphe barındırmakta. Kitaptaki bağlantının yardımcısı olduğunu anlayabiliyorsunuz ama nasıl bir bağ kuracağını çözemiyorsunuz.
İslamiyet, Hristiyanlık ve Yahudilik hakkında da geniş bilgiye yer veriyor kitap. Kitap ise bir hazine hikayesi üzerine kurulu. Kral Antiochos ölmeden önce hazinesini ve mezarını içine alacak, eşi benzeri olmayan bir Anıt Mezar yaptırmak ister. Kral Antiochos, bu anıt mezarı kimsede olmayan, olamayacak bir şekilde ister ve bunun için Sin Ammar’ı görevlendirir. Dünyanın en güzel ve ihtişamlı mezarını yapan Sin Ammar, bu mezarın içine bin bir bilmece koyar. Her bilmeceden önce de krala 7 ilke sayar. 5. Bilmeceyi açıklamak için bir sonraki günü bekler çünkü diğer bilmeceler ve anıtın ihtişamı kralı yormuştur. Kral Antiochos, kimsenin bu mezar gibi bir mezara sahip olmamasını ister ve buna benzer bir şey yapmaması için ünlü mimarı öldürür. 5. Bilmeceyi söyleyemediği için mezar bir süre sonra yerle bir olmuştur. İşte hikâye de bu üç ülkedeki kahramanlar bu hazineyi aramaya koyulur.
Japonya’da başlayan roman Adıyaman’da son buluyor. Kitabın gidişatı kafanızı verdiğiniz müddetçe kolay takip edilebilir. İskender Pala’nın harika anlatımı ve kurgusu sizi kendine hayran bırakıyor. Yine de kitabı okurken yanınıza bir defter ve kalem alıp not almanız bazı noktalarda okuyucu açısından daha iyi oluyor. Ben kitabın birçok yerinde açıp araştırma yapmak zorunda kaldım. Bu sizi kitaptan koparmaktan çok sizi ona bağlıyor.
“Abum Rabum”u okudukça Hz. İbrahim’in ne kadar kutlu bir şahsiyet olduğunun idrakine varıyorsunuz desek yalan olmaz.” Diyor İskender Pala. Bu konuda kesinlikle katılıyorum. Zaten kitabı okudukça sizde aynı fikre kapılacaksınızdır.