Ortodoksların hamiliğini üstlenen Rus İmparatorluğu’nun, Kudüs’te bulunan kutsal yerleri korumak bahanesiyle Balkan topraklarında Osmanlı hâkimiyetine son vererek Boğazları ele geçirip Akdeniz’e inme arzusunu gerçekleştirebilme olasılığı karşısında güç kaybetmekten korkan Katolik Fransa; Birleşik Krallık, Sardinya Krallığı’yla birleşerek Kasım 1853'te Osmanlı İmparatorluğu’nun yanında I. Nikolay’a savaş ilan eder. Üç yıl süren bu savaşın en önemli cephesi, Akdeniz’i tehdit eden Rus donanmasının Karadeniz’deki ana üssü olan Sivastopol’ü ele geçirmek için yapılan kuşatmadır. 11 ay boyunca kuşatmaya karşı koyabilen şehir, Malakof kalesinin düşmesinden 3 gün sonra teslim olmak zorunda kalır. Müttefiklerin çok sayıda zayiat vererek kazandığı bu başarı Kırım Savaşı’nda Rusların yenilgisinin başlangıcı olur.
Lev Tolstoy henüz 23 yaşındayken saplandığı kumar batağından çıkabilmek için ordu subayı olan ağabeyi Nikolai ile Kafkasya’ya giderek orduya katılır. Burada geçirdiği üç yılın ardından topçu astsubayı olarak Kırım’a naklini ister ve 7 Kasım 1854’te Sivastopol’e gelir. Tolstoy’un bu cephedeki gözlemlerini içeren, her biri birbirinden bağımsız ancak sonunda bir bütün oluşturan ve bir belgesel niteliği taşıyan Sivastopol Öyküleri; Aralık’ta Sivastopol, Mayıs’ta Sivastopol ve 1855 Ağustos’unda Sivastopol olmak üzere toplamda üç hikâyeden oluşur ve Savaş ve Barış’a öncülük etmesi açısından da oldukça önemlidir.
İlk öykü olan Aralık’ta Sivastopol, şehrin tasviriyle başlar ve buraya ilk kez gelen kişinin şahit oldukları karşısında yaşadığı ruhsal dalgalanmaları aşama aşama okura hissettirir. Top sesleri, telaş, kargaşa, düzensizlik, hasta ve yaralılar, ölümler, şehre yüce duygulara gelen anlatıcıyı döngünün sonunda yeniden güçlü bir ruh haline büründürür. Rus halkının gücünü sarsacak hiç bir gücün bulunmadığı kanısındaki anlatıcı bu öyküyü cesaret, umut ve milliyetçi söylemlerle sona erdirir.
Mayıs’ta Sivastopol, ordu yaşamının arka planda kalmış yönüne değinir. Cesaret, umutsuzluk, kibir, korku, yükselme hırsı, düş kırıklığı pençesindeki kahramanlar ve anti kahramanların ölümle yüzleşmesi Tolstoy’un ileride yazacağı eserlerin leitmotifini de oluşturacaktır. Ancak iyi ya da kötü tüm kahramanlar Tolstoy’un bu eserinde (ve diğer romanlarında), N. G. Çernışevski’nin ifade ettiği gibi “ruhun diyalektiğini” yani insan ruhunda iyilikle kötülüğün sürekli yer değiştirişini, tümüyle iyi ya da kötü insanların var olamayacağını kanıtlar niteliktedir. Dolayısıyla Tolstoy’a göre ne kahramanlar ne anti kahramanlar bu öykünün başrolündedir ve bunu şu cümlelerle ifade eder: “Benim öykümün kahramanı, hakikattir: Ruhumun bütün gücüyle sevdiğim ve olanca güzelliğiyle canlandırmaya çalıştığım, hakikat… hep en güzeldi o, her zaman da en güzel olarak kalacak.”
Rusya'nın ulusal bir savunmaya hazırlıksız olması suçlamasına dönüşen 1855 Ağustosu’nda Sivastopol’de, Ağabey Mihail Kozeltsov ve Kardeş Vladimir Kozeltsov özelinde Sivastopol’ün düşüşüne yer verilmiştir. Üstler ve astlar arasında kopukluk nedeniyle kahramanlar zayi olmaktadır; subayların Sivastopol’e ulaşmaları birkaç aylarını almakta ve devletin verdiği maaş yeterli gelmemektedir; askerler aç, bitkin, pistir ve savunmaları için yeterli mühimmatları yoktur ancak Kozeltsov Kardeşler gibi nice kahramanlar vatanlarını kurtarmak için gözünü kırpmadan ölüme gitmekten gocunmamaktadır. Bu kahramanların yerinde olamayan diğerleri Malahov Tepesi’ne Fransız sancağının dikilmesi rağmen bu yenilgiyi kabul etmekte zorlanır. Kendilerine verilen emirle şehri boşaltmak zorunda kaldıklarında bile içlerinde hala umut olsa da bu ölüm şehrinden bir an önce uzaklaşma arzusu herkesin kalbine çöken baskın duygudur.