Pazar Konuşmaları, Falih Rıfkı Atay’ın 1941 ile 1950 yılları arasında Ulus, Cumhuriyet, Yeni İstanbul ve Dünya gibi çeşitli gazetelerde yazdığı yazılardan, yazar tarafından derlenerek oluşturulmuştur. Yazıların içerikleri tek bir konu hakkında olmayıp çeşitli konuları ihtiva etmektedir. siyasetten sanata, kültürden toplum hayatına, dinden tarihe pek çok konu hakkında fikirlerini paylaşan Falih Rıfkı Atay, bu eserinde de kullandığı üslupla okuyucuyu kendine bağlamakta ve kendi dönemine ışık tutmaktadır. Mustafa Kemal Atatürk’e en yakın isimlerden biri olan Falih Rıfkı Atay’ın bu yazıları, aynı zamanda, tarih konusunda birinci el kaynak durumundadır.
Eser, yazarın Antalya hakkında bir gezi yazısıyla başlar, dalkavukluk hakkında bir yazıyla devam eder. “Dalkavuk” adlı yazıda, Osmanlı döneminde dalkavukluğun bile bir sanat olduğuna dair malumat verilir ve anekdotlar paylaşılır; dalkavukluğun açık ve kaba olanının makbul olmadığı ifade edilir. Ardından konu, Mustafa Kemal Atatürk için yapılan dalkavukluğa getirilir. “50 Yaşım” adlı yazıda ise yazar, 50. Yaş gününü öyle güzel anlatır ki bu metni okumaya doyum olmaz. Yazar doğum gününü “İsa ile bir günde doğmuşum” diyerek belirtir; ardından kısaca hayat hikayesini anlatır. zamanın ne kadar çabuk geçtiğinden dem vurur. İnsan yaşlandıkça zamanın ne kadar kıymetli olduğunu anlatır. nasıl ki bir idam mahkumu ipe giderken o yol mahkuma hiç bitmeyecek gibi gelirse insan ölüme yaklaştıkça zaman uzar, hiç bitmeyecekmiş gibi. Daha sonra yazar, ölüm anının belirsizliği ve bunun güzelliği üzerine fikir yürütür. İnsan hayatının ne zaman, hangi yılda, hangi ayda, hangi günde ve hangi saatte biteceğini bilseydi belki tımarhanelik olacaktı; takvimleri yırtıp atacak, saatleri kıracaktı. Ölüm anını bilmediği için, herkes mutlu mesut yaşamakta, zamanı gelince de ölmektedir. Yazar, ölümün de güzelini istemektedir. Acısız, zahmetsiz bir ölüm dilemektedir. Hasta, yatalak olmaktansa huzurlu bir ölümü tercih etmektedir. Ayrıca, zamanın huzurlu geçmesi için de daima bir işle meşgul olmanın önemine değinmektedir. “Mevlit” isimli yazısında ise, o dönemde (1943) bir deprem dolayısıyla mevlit okutturulmamasını mesele edinen gericileri eleştirmiştir. Bu yazıda, geleneksel anlayışa dair bir analiz de mevcuttur. Bir savaş mı kaybedildi, kadınların namus konusundaki zayıflığıdır sorumlu olan ve bu yüzden kadınların etekleri topuklarına dek indirilmelidir. Bir felaket mi meydana geldi, hafızlara hatim indirtilerek bu felaketin sorumluluğundan kurtulunur. Yazara göre, Birinci Dünya Savaşı’nın sonuna dek süren devletçiliğin sanatı bundan ibarettir. Cumhuriyet Türkiyesi’nde ise, dini kendilerine alet edenlere fırsat tanınmaz. Cumhuriyetin vatandaşları, mevlit okuyanın yanık sesi ile görevlerinden ve sorumluluklarından sıyrılmak isteyenlere izin vermez ve hoş tavır göstermez. Yazar, burada dini kullanmak isteyenlere meydan da okumaktadır: “Bu efendiler pek kerametli iseler, şöyle tam bir gönül özlüğü ile bir deprem duası okuyup Türkiye haritası üzerine üfürüversinler!” “Ağaç ve Ev” yazısı, ormanların bilinçsiz bir şekilde yok edilmesi ve devletin buna bir çözüm yolu bulma arayışı hakkındadır. “Tonguç Baba” yazısı ise, Köy Enstitüleri deyince akla gelen ilk isimlerden olan, dönemin Milli Eğitim Bakanlığı İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç’a dairdir. Bu yazıda yazar, Köy Enstitülerinin görevlerinden biri olarak, köyü baştan inşa etmeyi sayar. Eğer köylü bir kez şehre göç ederse bir daha geri dönmez ki bu durum tarımın ve hayvancılığın geleceği açısından bir felakettir. Şayet köylü, köy şartlarının iyileştirilmesi yoluyla yerinde tutulursa, bu, gelecek açısından daha isabetli olacaktır. Mussolini de bu hususa şu sözlerle dikkat çekmiştir: “Bir defa köylü şehre gelirse onu caddelerden söküp tarlaya götüremezsiniz, şehri tam vaktinde köye götürmeye çalışınız!” “Ahmet Haşim” başlıklı yazı, yazarın bizzat tanıdığı Ahmet Haşim hakkında, anekdotlarla dolu bir biyografidir. “25 İnci” yazısı, Mustafa Kemal Atatürk’ün Samsun’a çıktığı 1919’dan bu yazının yazıldığı 1944 yılına kadar geçen her bir yılın bir inci olarak değerli görüldüğü bir yazıdır. Bu yazı düşmandan kurtuluş, milli egemenlik, kalkınma ve eğitim seferberliğinden bahseder. Ardından, Tanrı’nın bir milleti cezalandırmak isterse onu 1914’te Enver Paşa gibi bir maceracıya; eğer kurtarmak isterse 1919’da Mustafa Kemal Atatürk gibi bir kahramana teslim ettiğini söyler. Ardından konuyu, İsmet İnönü’nin 2. Dünya Savaşı’na girmemek için sarf ettiği çabalara ve bu çabaların önemine işaret eder. “Sapıklık” yazısında ırkçılığı eleştiren yazar, bu düşüncenin hiçbir ilmi değeri olmadığını ifade eder. Bu düşüncenin siyasi ve emperyalist olmak üzere iki temel hedefi vardır: Birincisi, Avrupa’daki kuzeylilerin üstünlüğü davasını gütmek. İkincisi, Türk yurdunun milli birliğini birkaç Müzlüman azınlığa bölmek. Bu yazının sonlarına doğru, Ayasofya’yı müze haline getiren Atatürk’ü eleştirenlere cevap veren yazar, Fatih Sultan Mehmed’in kendi devrinin şartlarına göre davrandığını ve Ayasofya kilisesini camiye çevirdiğini; Mustafa Kemal Atatürk’ün de kendi devrinin şartlarına göre davranarak Ayasofya camisini müze haline getirdiğini söyler. “Mesudiye”, Mesudiye zırhlısı hakkında bir yazıdır ki Falih Rıfkı Atay’ın bu gemiye dair çocukluk anılarıyla başlar, Rumeli Kavağı’ndaki meşhur topla devam eder. “Neşe” adlı yazıda, muhaliflerin ne kadar neşesiz olduklarından bahsedilir. “Devrimci”de ise, Atatürk’ün ne kadar büyük bir devrimci olduğu ifade edilir ve ondan alınacak bazı önemli derslere vurgu yapılır. “Sular” adlı yazıda ise, Osmanlı’nın son dönemlerinde niçin Zemzem suyunun acı olduğuna dair bir anekdot bulunmaktadır. “Şarap” adlı yazıda, üzüm yetiştiriciliği ve şarap üreticiliği açısından elverişli olan Anadolu topraklarının, bu konuda kendini geliştirmesi ve dünya pazarına açılmasına dair düşünceler paylaşılmıştır. Bu yazıda ayrıca Fransız Doktor Besançon’un şaraba ve suya dair bazı fikirleri de paylaşılmıştır. Doktora göre insan ömrünün kısalığı su içme sebebiyledir. Doktor hiç su içilmemesini ve her öğünde bir kadeh şarap içilmesini öğütler. Su ihtiyacı, su dışındaki içeceklerle karşılanmalıdır.
Kitap, bahsettiğimiz yazılar gibi pek çok konuyu, enfes bir üslüupla ve dönemine birinci el kaynak oluşturacak şekilde anlatılmıştır. Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk yıllarıyla, Kemalizm’le, CHP ve çok partili rejime geçişle ilgilenenler bu kitabı mutlaka okumalıdır. En önemlisi de, günümüzde kitapçı raflarını dolduran zevksiz bir Türkçeyle yazılmış binlerce kitaptan sıkılanlar, güzel bir Türkçeye hasret duyanlar için Falih Rıfkı Atay’ın bütün eserleri, gerçekten bir hazinedir.