1844’te Tophane’de Lüleciler Sokağındaki basık tavanlı, küçük, ahşap bir evde dünyaya gelen Ahmet Mithat, babasının 1856’da ölmesi üzerine Vidin’in kazalarından birinde müdürlük yapan ağabeyi Hafız İbrahim Ağanın yanına gider. Mithat Paşanın maiyetinde Nişe’e atanan ağabeyi sayesinde orta öğreniminin son iki senesine burada devam eder. Niş Rüştiyesini birincilikle bitirmesinin ardından Tuna vilayetinin merkezi olan Rusçuk’taki bir devlet dairesinde mektûbî kalemi olarak görev yapar. Mithat Paşanın desteğiyle Hacı Salih Efendinin Rusçuk’taki medresesine devam eder. Basın-Yayın Dairesinde memur olan Dragan Efendiden Fransızca dersleri alır. İl İdare Kurulunda kâtip yamaklığı yapmasının yanı sıra Politika Müdüriyetinin Türkçe yazışmalarını götürür. Tuna Gazetesi yazı işlerinde bulunan İsmail Efendiye de yardımcı olur. Hayatını her fırsatta okumaya adamasından dolayı şiddetli göz ağrıları ve bünye zayıflığı yaşayınca öğütler üzerine kitaplarını bir süre bırakıp zevk ve eğlence hayatına atılır. Islah evi ve fabrika gibi büyük binaların inşası için memur olarak görevlendirilen ağabeyinin yanında gittiği Sofya’da yaşamına aynı tempoyla devam edince ailesinin ısrarlarıyla 22 yaşında Hafiza Servet Hanımla evlenir. Evliliğinin 18. gününde Rusçuk’a çağrılınca orada sefahat alemlerine dalar. İbrahim Ağanın kardeşini ıslah çalışmaları sonuç vermeyince bir gece aralarında çıkan şiddetli çatışmayla evi terk eden Ahmet Mithat, geceyi Mektûbî Dairesinde geçirdikten sonra kendini Tuna Nehrine atmak suretiyle intihar etmeyi planlar. İntihar mektubu için kâğıt ve kalem bile alacak parası olmadığından perişan halde sokaklarda yürüyerek kendine bir çare arar. Olanlardan haberdar olan Tuna Mektupçusu Rıfat Paşa dolaylı yoldan onu fikrinden vazgeçirir. Vekilharç Şaban Ağanın odasına yerleşen Ahmet Mithat, bir dostunun tavsiyesiyle tapu doldurma işine başlar. Muhacirin Komisyonu Reisi Şakir Efendinin desteğiyle 3-4 ayını okuyarak ve çeviri yaparak geçirir. Tuna İdare-i Nehriyesinin başına atanan Şakir Efendi, Ahmet Mithat’ı da veznedar olarak görevlendirir. Eşini de yanına aldıran Ahmet Mithat buradaki görevinden memnundur. Ancak bir gün kasada fazla para çıkınca memuriyetinin lekeleneceği korkusuyla istifa eder. İstifasının hemen ardından Tuna Gazetesi yazarlığı ve Ziraat Müdürlüğü Yazı İşlerine atanır. 1750 lira maaşla sekiz aylık mutlu ve huzurlu bir yaşamdan sonra Mithat Paşanın Bağdat Valiliğine atandığını öğrenince Şakir Efendiden Bağdat’a gitmek için izin ister. Bağdat’ta kurulacak matbaanın malzemelerini almak üzere on iki senenin ardından İstanbul’a gider. İbrahim Ağanın yolculuğu engelleme çalışmaları sonuç vermez ve dört yüz kişilik bir kafileyle Bağdat’a ulaşır. Matbaayı kurmasının ardından tanıştığı Can Muattar ve Osman Hamdi’nin Ahmet Mithat’ın fikir dünyasına oldukça etkisi olur. Sanat Okulu öğrencileri için hazırladığı Hace-i Evvel kitapçığının ilk iki cildini, Letâif-i Rivâyat’ın bazı öykülerini burada yazar, Kıssadan Hisse’yi yayımlar. Buradaki bir buçuk yılının ardından ağabeyinin ölüm haberini alır ve 15 kişilik ailesinin geçimini sağlamak için İstanbul’a döner. Ceride-i Askeriye’de başyazarlık yaparken Tahtakale’deki kiraladığı evde bir matbaa kurar. Matbaanın masraflarının karşılamak için Basiret başta olmak üzere çeşitli gazetelerde yazılar yazar. İşlerini yola koyunca matbaasını önce Asmaaltı’ndaki Camlı Hana ardından da Babıali’ye taşır. Bu sıralarda Tasvir-i Efkâr, Tercüman-ı Ahval, Muhbir, Hürriyet gazeteleriyle haberdar olduğu Genç Osmanlılar Cemiyetinin kurucularından olan Namık Kemal’le Ebüzziya Tevfik aracılığıyla tanışır. Bu tanışıklık Kemal’in Gelibolu Mutasarrıflığından ayrılıp İstanbul’a yeniden dönüşüyle yakınlığa dönüşür.
Ahmet Mithat Efendi bir akşam üvey kardeşi Mehmet Cevdet ile gittiği Gedikpaşa’daki Osmanlı Tiyatrosunda perdenin açılmasını beklerken bir polis yanına yaklaşır ve zaptiye müşirinin kendisini görmek istediğini söyler. Ahmet Mithat ilk olarak müşirin locaların birinde olduğunu sansa da öyle olmadığını öğrenince korkuya kapılır. Çünkü saat dörtte Bab-ı Zaptiyeye çağrılmak pek de hayra alamet değildir. Çağırma sebebini ilk olarak Dağarcık adlı fen dergisinin 4. sayısında Lamarck ve Darwin’in evrim teorisi hakkındaki görüşlerini dile getirdiği “Duvardan bir Sadâ” adlı yazısının neden olduğunu düşünür. Çünkü bir buçuk sene hizmet ettikten sonra ayrılmak zorunda kaldığı Basiret Gazetesinde Hoca İshak Efendi “Mevâliden Bir Zâtın Varakası” başlığı altında onu “dinsiz kafir” olmakla suçlamıştır. Bununla da yetinmemiş, Meşihat makamına başvurarak yazarının tedip edilmesini istemiştir. Haklılığın verdiği vicdan rahatlığıyla revolverli polis ve zaptiyelerin eşliğinde zabıta memurunun karşısına çıkan Ahmet Mithat, Hapishane-i Umumiye götürüldüğünde orada Ebüzziya Tevfik’i görür. Tevfik Beyden Namık Kemal ve Menâpirzade Mustafa Nuri’nin tutuklandığını, Bereketzade İsmail Hakkı’nın ise arandığını öğrenir. Ahmet Mithat’ın tahmini doğru çıkmamıştır. Peki ama suçu nedir? Ne zabitlerden ne de Mürsel adlı uşaktan sorusuna cevap alamayan Ahmet Mithat, buradaki üçüncü gününün ardından sürgüne gönderileceğini öğrenir. Padişah Abdülaziz tutukluların derhal İstanbul’dan çıkarılmasını emrettiğinden Sirkeci’den İskenderiye’ye gidecek olan Mısır vapuruna binen aydınlar, Sarayburnu önlerine geldiklerinde Binbaşı Bahri Beyden Ebüzziya Tevfik ve Ahmet Mithat’ın Rodos’a, Namık Kemal’in Kıbrıs’a, Mustafa Nuri ve İsmail Hakkı’nın ise Akka’ya gideceğini öğrenirler. Sürgün sebepleri ise gazetecilik ve muzır yayında bulunmaktır. Gerek Mısır vapurunda gerek de sonradan aktarıldıkları Pesendide vapurunda tam bir bolluk içinde süren yolculuklarında bazı zabitlerden veliaht şehzadeye bağlı olmak töhmetiyle sürgün edildiklerini işiten Ahmet Mithat, bu bilginin doğruluğuna hiçbir zaman emin olamaz. İstanbul’dan gelen telgrafla Hanya vapuruna bindirilen sürgünler Ermeni bir casus tarafından takip edildiklerini fark edince casus, Bahri Bey tarafından vapurdan uzaklaştırılır. Kötü hava koşullarının ardından 10 Nisan 1873’te Rodos’a gelen Ahmet Mithat ve Ebüzziya Tevfik arkadaşlarıyla vedalaştıktan sonra doğruca hükümet konağına giderler. Mutasarrıf Maşuk Paşa tarafından hal ve hatırları sorulduktan sonra kışladaki askerlere teşhir edilen ikili, Rodos’un en yüksek yerine kurulmuş zindanın arka tarafındaki iki oda, bir küçük sofadan oluşan eve yerleştirilirler. Çiçeği burnunda iki sürgün, ev için masa, sandalye, yemek sofrası gibi basit eşyalar aldırtırlar. Ahmet Mithat’ın amacı burada yazdığı yazıları İstanbul’a gönderip kendisine ve ailesine bakacak miktarı kazandırmaktır. Ki burada yazdığı Ölüm Allah’ın Emri hikayesi Letâif-i Rivâyat’ın sekizinci kitabında kendine yer bulmuştur. Dördüncü günlerinde sıkı korunmuş bir yerde hapsedilmeleri ve kimseyle görüştürülüp konuşturulmamaları konusunda gelen uyarı telgrafına istinaden zindana götürülürler. Örümceklerin, akreplerin, körgeçelen denilen beyaz kertenkelelerin, hamamböceklerinin, pirelerin ve tahtakurularının arasında bir gece geçirdikten sonra ellerinden geldiğince temizlik yapıp, yemek pişirerek günlerini geçirirler. Ancak bu durumun daha ne kadar süreceğini bilemediklerinden, kapana kısılmışlığın çaresizliğiyle sırayla önce Tevfik Bey ardından Ahmet Mithat şiddetli kalp çarpıntılarıyla boğuşurlar. Binbaşı Doktor Arif Efendi duruma keder hastalığı teşhisi koyar. Artık kendini kaybedecek duruma gelen Ahmet Mithat Efendi, Kale Binbaşısı Ata Efendi ve Maşuk Paşadan yalvar yakar kale içindeki karakola kadar yürüyüş yapma izni koparır. Haklarında yeteri kadar güven oluşturunca II. Abdülhamid’in damadı, Tophane-i Amire Müşiri Mahmut Paşanın atalarının yaptırdığı kütüphaneye gitme imkanına erişirler. Buradaki Kütüphane Müdürü Şeyh Abdullah Efendiyle yaptıkları edebiyat sohbetlerinin yanı sıra Cafer Efendi Tekkesinde de zikir ayinlerine katılırlar. Maneviyatları için beş vakit namaza, zikir ve tespihe sarılan sürgünler, hantallıklarını atmak için de inşa ettikleri trapezde jimnastiğe başlarlar. Ahmet Mithat yazılarına burada da devam eder. Dünyaya İkinci Geliş yahut İstanbul’da Neler Olmuş adlı romanını, Açık Baş ve Ahz-i Sar yahut Avrupa'nın Eski Medeniyeti adlı tiyatro oyunlarını, Kırkambar Dergisnin ilk on sayısını yazar; Monte Kristo Kontu’ndan ilham alarak yazacağı Hasan Mellah’ın ilk planlarını düzenler. Yazdığı Eyvah adlı oyunun Selanik’te oldukça ilgi gördüğünü Zaman Gazetesinden okuyan Ahmet Mithat buruk bir sevince kapılır. Mülazım Muhafızlarından Ahmet Ağanın on-on bir yaşlarındaki Mustafa adlı yeğenine verdiği eğitimin ardından Manav oğlu Yusuf Ağanın oğlu Ethem, Muhasebeci Hamidi Efendinin oğlu Şükrü de dahil olmak üzere beş-altı kişiden oluşan sınıfıyla Medrese-i Süleymaniye’nin temellerini atar. On aylık yakınlıktan sonra ufak bir meselenin alevlenmesiyle Ahmet Mithat Efendi ile Ebüzziya Tevfik birbirlerine küserler. Bir sene süren dargınlığın ardından ikilinin barışması kendilerini olduğu kadar sevenlerini de mutlu eder.
Ahmet Mithat’ın 38 ay süren sürgün hayatı, Abdülaziz’in vefat ederek V. Murat’ın tahta çıkmasıyla ilan edilen genel afla sonlanır. Rodos’taki 22 aylık dönemini 12 yaşından başlayarak anlattığı Menfa, yarım kalmış bir kitap olmasına rağmen Mithat tarafından İstanbul’a döner dönmez aceleyle yayımlamıştır. Bu acelesinin nedeni Genç Osmanlılarla yolunun ayrıldığını işaret ederek huzurlu, rahat hayatına bir an önce kavuşma isteği olarak yorumlanabilir.