Bir arabada mutlu mesut ilerlerken bir evli çift çarpışır bir at arabasıyla. Çarpmanın etkisiyle savrulurlar bir yana. Adam uyandığımda yanında karısını görür. Sıkışmış arabanın içine. O an öper onu başını tutar uyansın ister ancak kendisi de yaralıdır. Yardım bulmak zorundadır. Arabadan indiğinde bacağının kırıldığını fark eder. Sürünerek otoyola çıkar. Saman Kokusu gelir burnuna, o an karısı ile olan yaşanırken önemsiz bulduğu ama asıl önemini şimdi bulduğu anıları aklına gelir. Bir tokayı yerden alışı, tatlı kıskançlıklar, kırgın susuşlar hepsi geçer gözünün önünden. Fark eder o zaman ne kadar çok kıymetini bilmediği anısı olduğunu. Henüz 16 aylık evli oldukları için mi bu kadar azdı anıları? Tam o sırada bir otobüsün geldiğini insanların toplandığını görür. Siren seslerini duyar. Bağırmaya başlar karımı kurtarın diye.
Siyah Lale
Kağan, karısı lale öldükten sonra kendine gelememişti. Üstünden 1 yıl belki de daha uzun bir zaman geçmişti. Her gün her saat mezardaydı. Bir sürü lale dikmişti onun mezarına. Zaman nedir nasıl geçer unutmuştu. Zaman kavramı yoktu. Artık. Neşesi ölmüştü. Karısı, aşkı gitmişti. Mezarına ektiği laleler yetişiyor, büyüyordu günden güne. Zaman kavramını karlı bir kış günü mezara geldiğinde fark etti. Kar yağıyordu, mezarın üstündeki laleler ölmek üzereydi. Kağan delirmiş gibiydi, söküp aldı tüm laleleri ve koşarak eve dikti onları. Onların kökü karısına değmiş, onun teniyle birleşmişti. Onun kokusunun, bakışının, gülüşünün, ruhunun bu lalelere geçtiğine inanıyordu. Onları yaşatmak için laleler ile ilgili araştırmalara girişti, onlarla alakalı ne kadar kitap varsa aldı okudu, okuduklarıyla ilgili notlar aldı. Artık karısının mezarına hiç gitmiyordu. Lalelerden sadece bir tanesi açtı, büyüdü. Siyah bir laleydi. Karısının ruhunun siyah Lale de olduğuna inanıyordu Kağan. Şarkı yazarken onun yanında yazdı, İlhamı geri gelmişti. Her şeyi onunla yaptı. Ancak bir süre sonra sıkıldı. Naparsa yapsın karısının o dingin hali, her şeyi kolaylaştıran hali o mükemmel eşi geri gelmiyordu. Kendi hayatına dönmeye, eve gelmemeye başladı. Bir gün eve geldiğinde siyah lalenin kaçtığını fark etti. Rahatladı.
Pembe Kayışlı Saat
O gün Fatih beylerin evinde misafir olmak durumunda kalmıştı. Gece geç saatte evlerine gelmişlerdi. Fatih Bey'in eşi şehir dışındaydı. Kızı da erken uyumuştu. Fatih Bey ve onun baldızı ile bir süre oturup sohbet ettikten sonra kendisine verilen odaya çıktı. Yatmak için hazırlandı. Ancak içi huzursuzdu. Sanki sürekli biri kendisini izliyormuş hissi uyanıyordu. Biliyordu, orada yalnızdı. Ancak bir ruhun peşinde olduğunun farkındaydı. Odada Fatih bey ve ailesine ait bir dolu çerçeveli fotoğraflar vardı. Orada başka bir kız daha vardı. Acaba o kız şehir dışında mıydı? Okul için gitmiş olabilirdi. Bunları düşünmekten sabaha kadar uyuyamadı. Sabah bir kız göründü birden komodinin kenarında adının Pelin olduğunu bugün ölümünün ilk yılı olduğunu ailesini ziyarete geldiğini anlattı ona. Sonra pembe kayışlı saatini alıp gitti odadan. Sabah olunca Fatih beyle konuştu. Olay doğrulandı. Kızları ölmüştü ancak odasını dağıtmaya kıyamıyorlardı. Kadın koşarak pembe saatin yerinde olup olmadığına baktı. Gerçekten de yoktu. Pelin gerçekten gelmiş saatini almıştı.
Beklemek
Anne ve babası öldükten sonra teyzesiyle yaşamaya başlamıştı. Teyzesi, bekar ve çocuksuz bir kadındı. Adliyede memurdu. Hiç sevmemiş, sevilmemiş, nasıl sevilir bilmeyen biriydi. Onu da öyle sevgisiz, sevmeden yetiştirdi. Aşık olunca düzelir sanıyordu. Ancak evli bir adama aşık olunca her şey daha da beter bir hale geldi. Adam ilk başlarda teyzesini seviyor, ilgileniyor olsa da zamanla kendi evi ve eşine yöneldi. İlgiyi kaybettikçe teyzesi delirdi. Ve bu aşk hikayesi teyzesinin aşık olduğu adami öldürmesiyle sona erdi.
Ruhumu Öpmeyi Unuttun
Güleç, teyzesinin kendine baktığı falın etkisinde kalmıştı. Teyzesi, sevgilisi olan Fikret'in karısının ölü ruhunun aralarında dolaştığını söylemişti. Güleç bunu öğrenmek için çok uğraştı. Sonunda gece gördüğü rüyanın etkisiyle uyandığında Fikret anlattı. Karısı 1 yıl önce kendini bir otelden aşağıya atmıştı. Aynısını rüyasında gören Güleç, şaşırıp kaldı.
Gelecek
Turgut, intihar etmiş. Karısını, çocuğunu, hangi işi yaptığını da unutmuş. Hiçbir şeyi hatırlamıyor. Aynaya baktığında gördüğü kişi kendisine çok yabancı. Kendisini görmek istediği kişi bu değil. Geçmişten geleceğe attıklarını düşünüyor kendisini. Bu onun zamanı değil, son hatırladığı şey bu değil.
Anatomi Dersi
Hülya, ilk anatomi dersine girdiğinde baygınlık geçirdi. Kimsesiz bir insan vardı önünde, ölüsü bile değersizdi. Kendisini ölü olarak gördü bir an. Orada yatanın kendisi olduğunu düşündü. Sarsıldı. Birkaç hafta sonra memleketine döndü. Geri okuluna gelirken bir rüya gördü. Bir gemi kaptanı,
Alın yazısı
Alın yazısı değiştirilir afişini görüp harekete geçer. Artık bu talihsizlikten kurtulması gerekiyordur. Afişin üstündeki telefon numarasını arayarak randevu alır. Randevu günü gittiğinde kendisini denek olarak bedava alın yazısını değiştirileceğini öğrenir. Hemen ameliyat masasına yatar. Uyandığında ise tek böbreği gitmiştir.
Baba
Küçüklükten beri birlikte yetişmişler, ilk suçlarını birlikte işlemişlerdi. Sonra kız kaçırmış, kızın abisini öldürmekten hapse girmişlerdi. Çıktıktan sonra ise o baba olmayı seçmiş yeraltı dünyasına giriş yapmıştı. Kendisi de yanından hiç ayrılmamıştı. Babanın 3 eşi vardı. Üç eşten 4 de çocuğu bulunuyordu. Şimdi geride ölüsünden başka bir şey kalmamıştı. Arabası patlamış, sonucunda tüm organları dışarı çıkmıştı. Ve artık yaşamıyordu.
Değerlendirme:
Birçok küçük hikayeden oluşan kitabında çoğu zaman ölümden, kaybetmekten bahsediyor yazarımız. Birini kaybetmenin derin acısını bize hissettirerek, sevdiklerimizin, aldığımız nefesin değerini daha iyi anlamamızı sağlıyor. Her öykü başka bir dünyaya götürdü. Her öykü başka bir hayat, başka bir acı tanıttı. Kitaplıklar da bulunması gereken bir eser.