Sovyet Rus rejimi tarafından Kırım Tatarlarının sürgün edilmesine dair olan bu roman, Haluk adındaki bir çocuğun beş altı yaşlarından on dört on beş yaşlarına kadar olan hayatını konu alır. Vatan sevdalısı Kırım Tatarlarının edebiyat sahasındaki en büyük temsilcisi olarak kabul edilebilecek Cengiz Dağcı’nın bu eseri, Kırım Tatarlarının maruz kaldıkları zorunlu göçün ve çeşitli zulümlerin, bir çocuğun penceresinden anlatımını içerir.
Haluk, henüz beş altı yaşlarındayken ailesiyle birlikte Yalta yakınlarındaki bir köye yerleşir. Temel geçim kaynağı çiftçilik olan bu yerde babası, oturdukları evin bir odasına berbercilik mesleğini icra eder. Yöresinde popüler bir adam olan Haluk’un babasının misafiri hiç eksik olmaz. Ev, pek çok toplantıya ev sahipliği yapar. Haluk her ne kadar bu toplantıların içeriğine dair bir fikir sahibi olamasa da babasının ne kadar önemli bir adam olduğunu düşünerek bununla gurur duyar. Bir gün babası, yakın akrabaları ve bazı arkadaşlarıyla “Yeni Topkaya Şirketi”ni kurar ve bir iş adamı olur. Böylece kapitalist dünyaya adım atan Haluk’un babası, çok geçmeden eşini kaybeder. Öksüz kalan Haluk’un bakımını, Haluk’un amcasının kızı olan Zöhre üstlenir. Henüz genç bir kız olan Zöhre de çok yakın bir zamanda kardeşi Mansur’u toprağa vermiştir.
Çok geçmeden Sovyet rejimi Yeni Topkaya Şirketi’ne el koyar ve sahipleri hakkında tutuklama emri çıkarır. Köydeki bazı mülkleri de müsadere eder. Bu mülkler arasında Halukların evi de vardır. Haluk’un babası kaçar. Böylece Haluk, Zöhre’nin evinde, Mansur’un odasında yaşamaya başlar.
Haluk, çocuk dünyasında her ne kadar ilk önceleri, beraber oynayıp beraber büyüdükleri, teyzesinin kızı olan Halide’ye ilgi duysa da, yeni evlerine taşındıktan sonra, mekansal farklılık sebebiyle ondan uzaklaşmış ve yeni komşuları olan Kazanski’nin Sevgil adındaki kızına ilgi duymaya başlamıştır. Sevgil fakir bir kızdır, ayağında ayakkabı yoktur; eteğini sıyırıp karın üzerine işer. Edepsizdir de. O küçük yaşında sevişmenin ne olduğunu bilir. Çırılçıplak soyunup Haluk’u üzerine almışlığı vardır. İhtimal ki Haluk, tensel zevkleri onunla öğrenmiştir. Bu nedenle Sevgil, Haluk’un hayatı boyunca unutamayacağı bir sevgili olur. Ne yazık ki babası Kazanski ölünce Sevgil, Karanfil Nuri’nin evine yerleşir. Bir zaman sonra da yakın bir akrabası onu alır ve uzaklara götürür. Böylece bu aşk hikayesi burada biter. Bu süre içerisinde eğitim görmekte olan Halide, bir gün Zöhre Hanım’ın evine gelir. Yanında annesi de vardır. Zöhre Hanım, Haluk’un Halide’ye ilgisini bildiğinden dolayı bu ziyareti hızlı bir şekilde Haluk’a iletir. Haluk da heyecanla eve gelir. Halide’nin büyüyüp serpilmesi, daha da güzelleşmesi ve neredeyse tam bir kasın olması karşısında mest olur. Halide ile birlikte mezarlığa giden Haluk, annesine ve Zöhre’nin kardeşi Mansur’un mezarına gelincik çiçeği bırakır. Halide, Haluk’un başını kucağına alır, onun saçlarını okşar. Ne var ki mezarlığın kapısında Zöhre Hanım ile Halide’nin annesi beklemektedir; bu nedenle de fazla zamanları yoktur. Halide Haluk’a “Seni hiç unutmayacağım.” der. Kısa süre sonra yolculuğa çıkacak olan Halide’nin, bir anlamda, Haluk ile vedalaşmasıdır bu cümle. Haluk, bu cümleden oldukça etkilenir ve bilinç altında uzun süre bu cümleyi tekrarlar.
Bir gün Haluk eve geldiğinde Zöhre Hanım’ı ağlarken bulur. Evde yabancı bir adam vardır. Serçe parmaklarından biri olmayan bir adam, dokuz isim sayar ve bunların kurşuna dizildiğini haber verir. İsmi söylenmeyen onuncu bir kişi de kurşuna dizilenler arasındadır; ne var ki onun ismi zikredilmez. İhtimal, bu kişi Haluk’un babasından başkası değildir. Zaten Zöhre Hanım’ı üzen de asıl budur. Artık Haluk hem öksüz hem de yetim bir çocuktur.
Çok geçmeden köyde askerler çoğalır ve halk arasında zorunlu göçten söz edilmeye başlanır. Sovyet rejimi adım adım tüm mülklere el koyduğu gibi Kırım topraklarına da el koymak, yerleşikleri ise başka bir yere sürgün etmek ister. Bu durum, insanlarda tarifsiz acılar doğurur. Bir gün askerler, kadınları ve çocukları kamyonlara doldurmaya başlar. Bunlar arasında dört çocuk annesi Gülşen de vardır. Kısa süre önce bir oğlunu kaybeden Gülşen’in kocası, askerler tarafından katledilir. Bu olaya şahit olmak Haluk’u derinden yaralar
Roman, toprağından ayrılmak zorunda bırakılanların acısını hissettirmeyi amaçlamış olmalıdır. Olaylar küçük bir çocuğun gözünden aktarıldığı için, okuyucu, dönemin siyasi tartışmalarına, olayların gerçek yüzüne şahit olamaz. Sonuçta hikaye, hayallerle dolu bir çocuğun, yaşananlardan nasıl etkilendiği üzerinden okuyucuya ulaşmaktadır. Yine de yer yer ve apaçık bir şekilde rejimin kararlarının Kırımlı Tatarlar üzerinde nasıl bir etki yarattığına değinilir. Ne de olsa Haluk, bir toplumun içinde yaşamaktadır ve her ne kadar olayları çok anlayamasa da insanların çeşitli tepkilerine şahit olmaktadır. Böylece okuyucu, romanın anlattığı hikayeyi tarihsel düzleme oturtup anlatılan hikayenin nasıl bir trajediden bahsettiği üzerine çeşitli yorumlarda bulunabilmektedir.