“Fikir insanı sakat bırakır. Ondandır hisli cellatların sevgili kılığında dolaşması kainatı. Cehennemi soğutacak bir derman ararsın sen de, avucunda sıkı sıkıya tuttuğun buz parçacıklarıyla ama ne yazık senin de vücut ve ruh ateşindir onu eriten; üflesen kar etmez. Aslında hiçbir hayat inkar etmez günahın küstahlığıyla akranı ölümü aldatmayı. Bir topal, bir çolak, bir kör, bir sağır, bir dilsiz nerelerinden kardeştir yalnız ve yalansız kaldıklarında: Aşk, bir matemdir can veren bedenin ardından. Yara sızlamaz sen kendin olmazsan.” Kesitiyle başlıyor Küçük İskender kalemle kestiği bileklerinin zehrini akıtmaya.
“Saf duyarlılıklarımızın peşinde her dakika tecavüze uğrayan da biziz, sonrasında hiddetlenip bunun öcünü bilinç sınıfına alan da. Yolcu da biziz, rehber de. Bir de yol olduğumuzu anlatan çıksa.” Yürüyoruz, düşüyoruz, kalkıyoruz bazen de yetişmek için koşuyoruz. Tüm bunlar yolu aşmak için ama hangi yolu ya yol bizsek? Ya aşmaya çalıştığımız kendimizsek? Ya benliğimizin üzerinde tepiniyorsak?
“Birileri nasıl olsa ‘edep sınırı’nı korur, kollar sakınır; bizim düşünmemize ve tepki vermememize gerek yoktur; toplumca topyekün acizizdir sanki. Ayarı yukarıdakiler çeker, raconu onlar keserler. Steinbeck’in Fareler ve İnsanlar’a dair romanındaki George ve Lenniie gibiyizdir: George, Lennie’nin saflığından kaynaklanan ve sonu hüsrana gidecek tüm davranışlarını kontrol eder.”
“Bırakın gidin bu adamları; üzülseniz de kendi doğrunuz için üzülün. Sonu mutsuz biten şahsi bir ütopya, dayatılan bir hakikatten daha güzeldir. Orada yalnız olmadıklarını hissettirin. Deprem olmuş, bina yıkılmış; biri bağırıyor: “Orada kimse var mı?” Bağıran kim, kazazede kim? Hepimiz binanın altındayız, hepimiz binanın dışında kurtarıcıyız. Gülümsemek bir kas hareketi olduğu kadar da insana yakışan bir edadır.” Başkalarının altında olduğu yıkıntıya acıyarak bakarız. Koskoca yığın üzerine yıkılmış, kişi altında kalmıştır. Belki de üzerine yıkılan hayaller, fikirler, umutlar, inançların altında gerçekten acı çekmektedir insan. Ama ya dışarıdan bakan bizler. Kurulu bir düzen içinde hala hayattayız ama bizim kurmadığımız bizim hayallerimizi, umutlarımızı, inançlarımızı, fikirlerimizi barındırmayan bir düzen. Yığının altında gerçek olan acıyı yaşamak mı daha acınası yoksa hala nefes aldığın için şükretmek mi?
“Big Brotherlar ya da buna soyunanlar bizleri hep seyretti. Kaydetti. Tehlikedeyiz, tehlikeyiz aslında. Sürüden kopma eğilimimiz var, çıkıp gitme arzumuz var; dayatılanı değil, ötesini merak ediyoruz. Öte için yazılan masallara, şehir efsanelerine kulak asmıyoruz. Bizi korkutamıyorlar. Sayıca azalan yalnızca bedenlerimiz; ölenin düşünsel mirasını yine aramızda bölüşüp daha da kuvvetlendiriyoruz.” Hepimiz küçükken aşağı sokakta çocukları kaçırmayı bekleyen o canavarlarla korkutulmadık mı? Oysa hep merak da ettik canavarı. Her gün biraz daha uzaklaştık evden sonra o sokaktaki yemyeşil canavarsız araziyi gördük artık eve geri dönüş yoktu.
“Rüya, bir tek salt yalnızlık diye yorumlanacaktır; dertsiz ve ağrısız insan rüya göremez çünkü. Aklın dışında kurgulanmış bir ıssızlıkta, derin uykunun serabıdır o; yoksunluğun sanrısı olmaya mahkumdur bile bile. Tekrarı olmayan rüyalarla doludur canlı. Düş kurabilirsiniz, ancak rüya kurmak mümkün değildir.”
“Heteroseksüel dünyalarında eşitlik nutuklarının yalanlarına sığınanlar bilmezler oysa: Kadınlarla erkeklerin birlikte yaptıkları bir spor dalı yoktur ki maç bir ihtimal berabere bitsin.” Birçok kişiye sorsan bir abartıdır kadın erkek eşitliği üzerine söylenenler, yazılanlar, çizilenler, çekilenler. Çünkü ataerki kendi kendisiyle mücadele verir, yarışır. Peki ne içindir bu yarış? Kazanmak, belki rakibinin üzerinde güç elde etmek ama rakibin en azından kazanmak için şansı vardır. Peki ya diğerleri onlar zaten baştan yenik sayılmamış mıdır?
“İşte istikrar, bu zorlaşan acıya dayanma noktasını alıp alıp nerelere taşıyor; savaşı ulusal çıkar sanmamızı sağlayan, dayatan bir çarpıtma yeteneğiyle büyüyoruz sürekli. Yerleştiği organa sığmayıp diğer organlara da sıçrayan bir tümörü evlat edindiğimizi düşünüyorum. Tümörle barışık yaşamak: Patolojiye felsefenin karıştığı bir bölgede hala yüzümüzün bir kenarına sakladığımız, saklamayı becerebildiğimiz gülüşümüzle güzeliz. Hiçbir insani değer, insandan daha önemli değildir. Bunu alınyazısı kabul ettiğimiz an, ertesi sabah asla yalnız uyanmayacağız yeryüzünde.”
DEĞERLENDİRME
Medusa’nın Makası keyifle okuduğum bir deneme kitabı oldu. Şairler, şiiriler, yazanlar, okuyanlar, seri katiller, sevişenler, sevişmeyi reddedenler ve daha neler neler…
Zaten üzerine düşündüğümüz şeyler yeniden yorumlanıp bizler için bir derleme haline gelmiş diyebiliriz. Hayatımızın film şeridi değil belki ama içine fırlatıldığımız dünyanın gözümüzün önünden bir film şeridi olarak geçmesine yol açacağını düşünüyorum. Keyifli okumalar.