Nietzsche, Putların Alacakaranlığı eserinde geleneksel din, ahlak ve felsefe üzerine oldukça sert eleştirilerde bulunur. Eleştirilerin sert olması benim öznel yorumum değildir. Nietzsche de bu fikirdedir ki zaten yaptığı işe “çekiçle felsefe yapmak” şeklinde yaklaşmıştır. Kitabımızın ilk sayfalarında “Özdeyişler ve Oklar” şeklinde başlıklandırılan aforizmalar mevcut. Daha sonra Nietzsche’nin bol taşlama içerikli denemeleriyle devam ediyor.
Nietzsche geleneksel felsefeyi akıl üzerinden eleştirir. Geleneksel felsefenin aklı nesnel dünyanın hem yargıcı hem de iddia makamı olarak nitelendirmesini eleştirir. Bu yaklaşımı düpedüz saçmalık olarak nitelendirir ve bu durumun yüzyıllardır insanlar üzerinde olumsuz etkiler yarattığını gelişimin önünde engel olduğunu savunur. Varlık üzerindeki tüm tanımlamaların aslında öznel yorumlar olduğunu hiçbirinin gerçeği yansıtmadığını savunur. Herakleitos’u da kendisine yakın bulur çünkü Herakleitos, varlığın boş bir dünya olduğunu söyler. Biricik dünya görünüşte dünyadır: “hakiki dünya” onun üstüne eklenmiş bir yalandır yalnızca. Başka yani daha iyi bir dünya arama fikrine de karşı çıkar Nietzsche. Bunun yalnızca gerçek dünyadan bir öç alma yöntemi olduğunu savunur.
Ahlak ile ilgili eleştirilerini en çok kilise üzerinden yapıyor. Kilisenin tutkuya karşı her anlamda kesip atma yöntemiyle savaştığını ve tedavi yönteminin bir nevi kastrasyon olduğunu belirtiyor. Bu tutkunun nasıl tinselleştirileceğini, güzelleştirileceğini ve tanrısallaştırılacağını sormadığını ve pratiğinde yaşama düşmanlığı kullandığını belirtiyor.
Tanrıyı yaşamın karşı kavramı ve yaşamın yargılanışı olarak kavrayan ahlakın karşı doğası da yalnızca yaşamın bir değer yargısıdır, bu yaşam Nietzsche’ye göre çökmekte olan zayıflamış, yorgun, yargılanmış yaşamdır.
“Ahlak yargıladığı sürece yaşamı düşünmek, gözetmek, hedeflemek açısından değil, kendi başına, özgül bir yanılgıdır, acımamak gerekir ona, yozlaşmış olmuşların alerjisidir, tarifsiz zararlar vermiştir. Biz ötekiler, biz ahlaksızlar, tam tersine, kalbimizi geniş tuttuk, her türden anlama, kavrama, onaylamaya. Kolay kolay olumsuzlamıyoruz, evetleyen olmakta arıyoruz onurumuzu. Gitgide daha çok açıldı gözlerimiz, din adamının ilahi deliliğinin, din adamındaki hastalıklı aklın hor gördüğü her şeyi kullanacağını ve onlardan yararlanacağını bilen ekonomiye; iğrenç yobaz, din adamı, iffetli türlerinden bile kendine pay çıkaran, yaşamın yasasındaki o ekonomiye, hangi yararı? Ama biz kendimiz, biz ahlaksızlarız işte bunun yanıtı.” Nietzsche, acımadan herkese çekicini sallıyordu. Biz olarak nitelendirdiği ve kendisinden gördüğü kişilere bile çekicini sallamaktan çekinmiyordu. Tüm bu yanılgı ve yanlışların bizim aramızda da kutsandığını söylüyordu.
Güçlü bir inanç isteminin güçlü bir inancın kanıtı olmadığını da savunuyor. Bu inanca sahip olunduğunda güzel kuşku lüksüne sahip olmaya kişinin hak kazandığını belirtiyor.
Güzellik kavramında da farklı bir bakış açısı sunuyor, Nietzsche. İnsanların güzellik duygusunun daha koşullu ve daha sınırlı olduğunu söylüyor. İnsanların güzelliğin nedeninin kendisi olduğunu unuttuğunu söylüyor. Hiçbir şey güzel değildir, yalnızca insan güzeldir: her estetik bu naifliğe dayanır, onların birinci hakikati budur, diyor.
Eserin eleştiri üzerine olduğu biliniyor. Sokrates, Platon, Seneca, Dante, Schopenhauer ve Kant’tan Alman ahlakına, Hristiyanlığa ve ahlak din gibi daha pek çok alan Nietzsche’nin darbelerinden nasibini alıyor. Kitapta Dostoyevski ve Goethe’den ise övgüyle bahsetmektedir. “Yeri gelmişken itiraf etmeliyim ki, benim kendisinden her zaman bir şeyler öğrendiğim tek psikolog Dostoyevski’dir.” “Goethe, ölümüne saygıyla eğildiğim, şapka çıkardığım son büyük Alman’dır.” gibi cümlelerle bu hayranlığını ifade etmiştir.
Her cümlesiyle bir şeyler anlatan dolu dolu bir eser. İncecik görünümüyle insanı aldatan fakat okuyup sindirmesi zaman alan Nietzsche külliyatının önemli bir parçası. Hem zihinlerimizde hem de toplumsal açıdan putlaşmış ve putlaştırılan her fikri, her inanışı çekiciyle paramparça ediyor, Nietzsche.