Önsöz ve kaynakça dışında toplam on üç bölümden oluşan İnsan Olmak kitabı akademik dil kaygısı gütmeden herkese ulaşabilen bir eser olmuştur. Engin Geçtan, Birey ve Toplum isimli bölümde var olduğumuz ilk andan günümüze kadar bireyin toplumdan etkilenişi ve toplumu etkileyişini konu edinmiştir.
Örneğin günümüzde insanın uzayda yeni bir yaşam elde etme çabasını şu sözleriyle açıklamıştır Engin Geçtan:
“Vaktiyle doğayla olan mutlu beraberliğinden kopan insan, onun yerine geçecek ve yaşamına anlam katacak bir başka beraberliği bulamadığı gibi, artık doğaya da geri dönememiş ve umudunu uzaydaki başka dünyalara yöneltmiştir.”
Yazar, Ana-Baba ve Çocuk isimli bölümde bireylerin çocukluk yaşantılarının önemine değinmiştir. Kalıtımla getirdiğimiz bazı eğilimlerin sonradan hangi kişilik özelliklerine dönüşeceği yine birey-çevre ilişkisi tarafından belirlendiğini ifade etmektedir. Çocukken ihtiyaçlarımızın aşırı karşılanması ya da karşılanmamasının bireyin gelecek yaşantılarını olumsuz etkileyeceğini belirtmiştir.
Ana-baba davranışlarını da çocukluk yaşantılarına bağlayarak açıklayan yazar her ana-baba davranışının gerisindeki çocukluk yaşantılarına değinmiştir.
İnsanlardan Korkmak başlığı altında bireylerin olumsuz duygularının ve bunlara bağlı olarak geliştirdiği savunma mekanizmalarının kendi varoluşlarını nasıl etkilemiş olduğuna değinmiştir.
“Diğer insanlarla birlikteyken tedirgin olan kişi, tüm enerjisini gereksiz yere savunma amacıyla kullandığından kendisinde var olan potansiyeli de harekete geçiremez ve kapasitesinin altında bir etkinlik gösterir.” İfadesiyle de yukarıda anlatılana örnek vermiştir.
Bireylerin güven duygusuyla büyümesinin önemini: “İnsan, duyguların dürüstçe yaşanabildiği bir çevrede yetişmişse olumlu duygular gibi olumsuz duygularını da açıkça yaşamayı öğrenebilir, dolayısıyla kendine fazla yabancılaşmaz.” sözleriyle ifade etmiştir.
Öfke ve Düşmanlık bölümünde de bireyin bu duygular eşliğinde ne gibi güçlükler yaşadığını incelemiştir. Örneğin bizden sevgisini esirgeyen ya da terk eden kişiye duyulan öfkenin bilinçaltımızda bireyi yok etme isteği olarak var olduğunu fakat bilincimizde kendimize dönerek intihar olarak yaşandığını ifade etmiştir.
“İnsan öfke duyduğu insanı önce benliğine mal eder, sonra içindeki insanı yok etmek amacıyla kendi canına kıyar…Dünyada umduğunu bulamadığı sonucuna ulaşan kişi, kendini ortadan kaldırmakla dünyayı cezalandıracağına inanır.”
Değersizlik Duygusu bölümünde toplumumuzdan verdiği birtakım örneklerle konuyu daha da açan yazar, insanın görkeme ulaşma çabasının yaşam alanını daralttığını belirtmiştir.
“Toplumun erkek kimliğine ilişkin beklentilerini karşılayamadığı için kendisini değersiz bulan insanlar, erkekliklerini abartılmış bir biçimde yaşayarak üstün bir varlık olabilecekleri sanısına kapılır.” Diyerek toplumumuzda görülen cinsiyetlere yönelik algılara açıklık getirmiştir.
Bir başka bölümde de yazar kaygıyı, sadist ve mazoşist eğilimlerin eşlik ettiği bir duygu olarak ifade etmiş ve kişiliğin bir bölümünün diğer bölümüne eziyet ederek hem sadist hem de mazoşist eğilimlere doyum sağlandığını belirtmiştir. Ayrıca kaygıları aşırı denetim altına almanın bedelini psikosomatik hastalıklarla ödediğimize değinmiştir. Kaygılardan kurtulabilmenin tek yolunun da kendi varoluş sorumluluğumuzu üstlenebilmek olduğunu belirtmiştir.
Bireylerin kahır, üzüntü ya da bedensel yorgunluk gibi yollarla sorumluluklarından kaçabildiğini belirtmiştir. Ayrıca duygu, sezgi ve duyarlılık gibi içsel yaşantıların yerini düşüncenin almasıyla bireylerin yaşamaktan kaçtığını belirtmiştir. Çevremizde yaşayacağı yerde nasıl yaşanması gerektiğini sürekli tartışan insanların sayısının oldukça fazla olduğunu ve eyleme geçmeyi ertelerken organizmanın harcadığı enerjinin o eylemi gerçekleştirirken harcadığı enerjiden fazla olduğuna değinmiştir. Bir işi en sonunda zorunluluktan yaptığımızda bunun seçim değil zorunluluk olacağını ve bireyin kendisine saygısının azalacağını belirtmiştir.
Yalnızlık duygusuna ise: “Bir insanın kendi benliğini ne ölçüde diğer insanların görüşlerine göre değerlendirdiği, o insanın yalnız kaldığı zaman yaşayacağı korkunun oranını belirleyen en önemli etmenlerden biridir.” sözleriyle yaklaşmıştır, yazar.
Ortak yaşam ilişkisi isimli bölümde aile içi ve ikili ilişkilere ışık tutmuştur. Çevremizde defalarca şahit olduğumuz problemli ilişkileri ve kadın erkek ilişkilerinin temelini açıklamıştır. Örneğin, bir kadın cinsel ilişkisinde orgazm olmuyorsa bunun temelinde erkeğe yönelik sadist kendine yönelik mazoşist eğilimlerinin kaynak olabileceğini; bunu yaparken de olgunlaşmamış olmanın ve hala ana-baba sevgisi beklemekte olmanın bilinçdışı öç alma isteğiyle hareket edilebildiğini açıklamıştır.
Yaşam ve Ölüm bölümünde orta yaşa ya da yaşlılık dönemine gelmiş bireylerin içinde bulundukları ruh durumlarına değinmiştir. Örneğin yaşlılıkta miras düzenlemeleri yapmanın, gençlere daha çok destek olmak istemenin ve hayır yapma girişimlerinin temelinde geride iz bırakma isteği bulunduğunu ifade etmiştir.
Zamanın ve yaşamın bazı insanlar için tüketilmesi gerekilen bir şey olarak görülmesinin ve hayattan gidilen yoldan zevk alınmaya çalışılmayıp sadece hedefe varılmaya çalışılmasının temelinde katı ve baskılayıcı bir ortamda büyümüş olmak olduğunu belirtmiştir. Böyle bir insan sürekli seferberlik durumundadır, kendisine yeni görevler üretir ve asla gevşeyemez. Kendinden kaynaklı bir tehdidin baskısı altında olduğu içinde gevşediği anda boşluğa düşer ve suçlanır, kendi benliğini algılama fırsatı bulamaz.
Son olarak Kendini Yaşamak isimli bölümde de bireyin dünyayla beraber bu sürekliliği ya da ileri doğru hareket eden süreci gerçekleştirebilmek, kendini yaşamakla eşanlam taşıdığını belirtmektedir.
İnsan Olmak kitabının sonundaki epilog bölümünde Engin Geçtan kuramsal bakış açısına ve kuramsal bakış açısını etkileyen psikoloji alanının önde gelen isimlerine değinmiştir.