52 yaşında, beyaz, iki kez boşanmış, yayımladığı üç kitabı da ses getirmemiş, Cape Town Teknik Üniversitesinin İletişim Bölümünde Yardımcı Profesör olan David Lurie’nin kadınlarla ilişkisi salt cinselliğe dayalı, ne ironiktir ki başarısızdır. Bir yıldır görüştüğü Escort Soraya ile buluşmaları tesadüfen özel hayatına şahit olduğu için aniden biter. Aynı ajanstan başka bir kadınla ve çalıştığı bölümdeki yeni sekreter Dawn’la münasebeti onu tatmin etmeyince özel bir dedektif sayesinde Soraya’ya yeniden ulaşsa da kadının çizdiği keskin sınır nedeniyle o defteri bir daha açmamak üzere kapatır.
Bir akşam eve dönerken Romantizm Dönemi Şiir dersini alan öğrencisi Melanie Isaacs’la karşılaşmasıyla başlayan ilişkileri kısa sürede hayatını alt üst eden olaylar zincirini başlatır. Melanie, ilk başta biraz da toyluğu ve beğenilmenin, seçilmenin gizli gururuyla David Lurie’ye karşılık verse de hocasının çiğ ve ısrarcı tavırları nedeniyle önce onu erkek arkadaşıyla ve babasıyla karşı karşıya bırakır, ardından da üniversite yönetimine cinsel taciz suçlamasıyla şikâyette bulunur. Olay kısa sürede tüm kampüste hatta şehirde duyulur. David Lurie adeta Don Kişotvari bir tavırla ona önerilen tüm çıkış yollarına kulak tıkar ve suçlamaları kabul edip istifa ederek ilk evliliğinden olan kızı Lucy’nin yanına Salem’e gider. Yirmili yaşlarının ortasındaki Lucy, kız arkadaşı Helen’le ayrılmış, yeni yardımcısı ve komşusu Petrus ile bir çiftlik idare etmektedir. Profesör Lurie, Salem’deki günlerini Petrus’a yardım ederek, Bev Shaw’ın çaresiz hayvanlara ötenazi yapma görevini üstlendiği Hayvan Bakımı Derneği’nde gönüllü olarak çalışarak ve yazmayı planladığı Lord Byron’un İtalya’daki son yıllarını işleyen bir opera üzerinde düşünerek geçirmeye başlar. David Lurie’nin bu sakin, tekdüze hayatı bir Çarşamba günü kızıyla barajdan dönerlerken karşılaştıkları üç adam yüzünden farklı bir yöne kayar. Adamlardan biri hamile kız kardeşine yardım istemek için telefonunu kullanma bahanesiyle Lucy’nin peşinden eve girerek kapıyı kilitler. Tehlikeyi sezen Lurie, buldogu adamlardan birinin üzerine salarak kızına yardım etmek için kapıyı kırdığı esnada ikinci adam tarafından başından darp edilerek banyoya kapatılır. Uzun bir süre baygın kalan Profesör kendine geldiğinde adamların Lucy’nin silahıyla köpekleri öldürdüğünü duyar. Bu katliamın ardından da David’i üzerine metil alkol döküp yakarak, onun arabasıyla çiftlikten uzaklaşırlar. David kendini söndürdüğünde Lucy duş almış, bornozuyla gezerken buz gibi tavırlarla hasarı incelemektedir. Lucy, ölü köpekleriyle vedalaştıktan sonra Alman asıllı komşusu Ettinger’den hastaneye gitmek için yardım ister ve babasını orada bırakarak Bev Shaw’ın yanına sığınır. Artık baba ile kızın arasında daha keskin bir duvar oluşmuştur. Lucy, yaşadığı tecavüz hakkında ne onunla ne de polislerle konuşur. Bu olayın üstünü kapatıp bir an önce eski hayatına dönme arzusundadır. Profesör ise Melanie’yi baştan çıkarmak için kurduğu “Bir kadının güzelliği yalnızca onun malı değildir. Onun dünyaya sunduğu cömertliğin bir parçasıdır. Bunu paylaşması gerekir.” cümlelerinin gerçekte nasıl bir yıkım oluşturduğuna her geçen gün daha fazla şahit olur. İşin daha da kötüsü kızı hamile kalmıştır ve bebeğin babasının Petrus’un karısının kardeşi Pollux olduğu ortaya çıkmıştır. Lucy, şartlar ne olursa olsun çocuğu doğurmakta kararlıdır. Ancak o topraklarda evlenmeden çocuk sahibi olan kadınları büyük tehlikeler beklemektedir. Bu sebeple Petrus, David Lurie aracılığıyla Lucy’e evlenme teklifi eder. Aslında bu bir anlaşmadır. Lucy çeyiz olarak toprağını Petrus’a verecek, Petrus da onu koruması altına alacaktır. David, Lucy’e tüm bu saçmalıklardan uzaklaşarak Hollanda’ya, annesinin yanına gitmesini önerse de genç kadın oradaki yaşamından vazgeçmek istemez. Ona göre içinde bulunduğu durum hayatın ona sıfırdan başlamayı öğrenmesi gerektiğini göstermektedir.
“Sıfırdan başlamak. Hiçbir şeyim olmadan. ‘Şunun dışında’ demeden. Hiçbir şeysiz. Ne bir kart, ne bir silah, ne arazi, ne hak, ne onur”
“Bir köpek gibi.”
“Evet, bir köpek gibi.”
Coetzee’nin, Güney Afrika’nın Nelson Mandela Hükümeti’nin başa geçmesiyle apartheid rejiminin kurtularak imtiyazlı siyah azınlığa dönüşmesinin yarattığı etkileri toplumsal cinsiyet bağlamında işlediği bu eseri 1999’da yayımlanmış, aynı yıl Man Booker Ödülü’nü kazanmış ve 2008’de Steve Jacobs tarafından beyazperdeye aktarılmıştır.