İlk gençlik yıllarında mutluluk hakkındaki fikirleriyle düşünce tarihine radikal bir pesimist olarak geçen Schopenhauer’un mutluluk anlayışı zaman içinde törpülenmiş, şekillenmiş ve ölümüne 9 yıla kala yazdığı Mutlu Olma Sanatı adlı çalışmasıyla hayat yolculuğundaki son formuna kavuşmuştur. Filozof için kendi düşünce dünyasına paralel olarak en başta pozitif ve kusursuz bir mutluluğun imkânsız olduğu önermesi yer alır ve mutluluğa erişebilmek adına iki ana konudan bahseder:
1. Kendimize karşı davranışımıza ilişkin konular
2. Başka insanlara karşı davranışımıza ilişkin konular.
Fakat bu iki konu başlığından da önce insan mutluluğunun özünün ne olduğu ve bunun için neyin esas teşkil ettiğini tartışır. İlk sırada neşeli mizaç durmaktadır ki bunu, mutlu bir ruh hali ile acı ve sevinç kapasitesi belirler. Bunlar için de vazgeçilmez koşul beden sağlığıdır. Üçüncü sırada iç huzur durmaktadır ve dördüncü olarak da dışsal şeyler çok küçük bir ölçü olarak bu denklem içerisindeki yerini alır.
Düşüncelerinin temelini Platon, Kant ve Hindu rişilerinin öğrencilerine öğrettiği Upanişadlardan oluşturan Schopenhauer, mutluluğa dair fikirlerini net ve kesin cümlelerle, Aristoteles, Seneca, Ovidius, Homeros, Horatius, Goethe, Cicero’dan yaptığı alıntılardan da yararlanarak 45 maddede sıraladığı eserinin giriş kısmında mutluluğun bir sorgulama işi olduğunu, denemek gerektiğini vurgulamayı ihmal etmez ve maddeleri sıralamaya “Deneyelim” diye başlar. Kitabın kılavuzluğunda mutluluğa yönelik kendi sorularımızı ve cevaplarımızı ararken bizi en çok tökezleten kurallardan birkaç tanesi şu şekilde verilmiştir:
Uzlaşmasız ve acımasız olan kıskançlıktan kaçınmadan mutlu olunamaz. Bunun için de bizden daha iyi durumda olanları değil daha kötü durumda olanları gözlemleyerek teselli bulabiliriz.
Schopenhauer’a göre istemek, temeli bakımından acı çekmek olduğundan bunu kabullenmeli ve bir Antik Yunan şiirinde söylendiği gibi istediğimiz gibi yaşamamalı, yaşayabileceğimiz gibi yaşamalıyız.
Olabildiğince az şey dilersek mutsuzluğumuz da o denli az olur.
Mutluluğumuzu ve mutsuzluğumuzu ilgilendiren şeyler için kullanmamız gereken en önemli sistemlerden biri akıl olduğundan bu vasfa misliyle sahip olanlar hoş olanın değil acı vermeyenin peşinden koşmayı yeğler. Her şeye boyun eğdirmek için de en şerefli aristokrasi olan akla boyun eğmeyi tercih ederler.
Bir talihsizlikle karşılaşıp da elimizden bir şey gelmediğinde “Her şey farklı olabilirdi” hissini bir kenara bırakmalıyız. Aksi takdirde tıpkı Terentius’un komedyasında olduğu gibi “kendi kendimizin celladı” oluruz. Böyle bir durumla karşılaşıldığında yapılması gereken en doğru şey bir sonraki benzer durumda daha temkinli olmaya odaklanmaktır.
Felsefe, karda, ıssız bir dağ yolunda ilerleyerek zirveye ulaşmak gibidir. Herkesin göremediği saf gerçekliğe ulaşmanın verdiği mutluluk ancak felsefi hayatla mümkündür.
İnsanın hayata adım atar atmaz kendini bulacağı maskeli baloda, yapmacık gösteri ve jestlerden sıyrılmış gerçek dostluğa ulaşabilmenin şartı işteşlik taşımasıdır.
Aristoteles’in dediği gibi “Mutluluk kendine yetenlerindir” çünkü mutluluğun tüm dış kaynakları doğaları gereği güvenilmez, nahoş, geçici ve rastlantıya bağlıdır.