Statü kavramı dar anlamıyla bir kişinin meslekteki ya da resmi olarak duruşunu ifade eder. Diğerleri tarafından algılanış ve ifade ediliş belirleyici olandır. Nadir istisnalar dışında hepimiz kendimize tahammül edebilmek için dünyanın bize saygı duyduğuna dair birtakım işaretler arar, onlara bel bağlarız. Bu durum da statü endişesinin kucağına atıverir bizleri. Statü endişesi ise bizi fena halde kedere ve hüzne sürükleme olasılığını bünyesinde barındırır. Sevgisizlik bizi statü endişesine sürükleyen yegâne sebeplerden biridir. Başkalarının ilgisini, sevgisini ve saygısını kazanmak için görünür olmaya çalışırız. Zengin insanların var olan servetlerine yenilerini eklemekteki ısrarlarını anlamakta zorlanırız fakat amaç yalnızca daha fazla mal mülk sahibi olmak değildir. Amaç parayı biriktirme süreci sonucunda edinecekleri saygının peşinde olmalarıdır.
Toplumdaki “snop” adı verilen insan davranışları da incelenmektedir. Snoplar bizi kim olduğumuzla ilgilenmez statümüzden sıyrıldığımızda nasıl bir insan olacağımızla ilgilenmez. İnsani değerler ile toplumsal konumun bire bir ilintili olduğuna inanırlar. Snopluğun altında derin bir korku ve endişe yatmaktadır. Kendini beğenmişlik ve kibrin asıl besleyicisi korkudur. Bir nevi aşağılık kompleksi sonucu ortaya çıkan davranışlardan söz ettiğimizi söylersek hata etmiş olmayız.
Moda akımları, medya ve alışveriş alışkanlıkları statü endişesini körüklemektedir. Kişiliğimize dair hiçbir şey ifade etmeyen bu akımlar sevgiye ulaşma ve kabul görme yolunda tutunduğumuz dayanaklar haline geliverir. Satın alan ve role girenlerle dalga geçmek yerine bu tarz şatafat ve gösteriş nesnelerini almayı psikolojik açıdan gerekli kılan toplumu eleştirmek ve suçlamakta fayda vardır. Alçak statü sahibi olmanın cezası maddi yetersizlikse snopluğun cezası da önem simgelerine sahip olmak için hissettiğimiz o aşağılık duygusudur.
Hissettiğimiz endişe ve gücenmeyi körükleyen yegane his, şu anda olduğumuzdan başka bir şey olabileceğimiz hissidir. Kıskançlığı doğuran başkalarıyla aramızdaki orantısızlık değil aksine yakınlıktır.18. YY’da ortaya çıkan akımlar insanlığı derin bir acıya sürükledi. Önceden zenginliğin ve fakirliğin hak edilmiş bir şey olduğuna inanılmazdı fakat akımlar sonucunda bütün insanlığın eşit olduğu, herkesin her şeye ulaşabilmek için sınırsız bir güç taşıdığı inancı ortaya çıktı. Bir burjuvanın ya da kraliyet ailelerinin sahip oldukları sorgulanmazdı. Ancak aşağı yukarı her şey birbirinin dengi olmaya başladığında en ufacık farklılıklar bile göze çarpmaya başladı. Demokratik toplumlarda bireyler tuhaf bir melankolinin içinde buldu kendini.
Kişisel gelişim kitaplarının ortaya çıkmasıyla birlikte birleri bize: “Yapabilirsiniz, o kadar da zor değil.” demeye başladı. Bu da olduğumuzdan farklı biri olma ihtimalimizi düşündürtmeye ve benliğimize yüklediğimiz anlamlarla birlikte bir takım yük taşıma durumuna girmemize neden oldu. Paramızın yetmediği bir şeyleri arzuladığımızda iyice fakirleşmeye başladık. Elimizdeki imkanları kullanabildiğimiz ve yetinebildiğimiz sürece zengindik oysa ki. Zengin olmanın iki yolu vardır: Çok paraya sahip olmak ya da arzuları sınırlandırmak.
Çözüm olarak sevgi için paraya ihtiyacımız olmadığını bilmeliyiz. Kendimize değer biçerken entelektüel bilince başvurmak, koşulsuz bir şekilde saygı ve sevgi görmeyi beklediğimiz anlamına gelmez. Sağduyu yetimizi kullanmalı ve bazı görüşlerin gerçekten dinlenmeye layık olup olmadığını sorgulamalıyız. Sağduyumuz ile yaptığımız sorgulamanın ardından bu fikirlerin sahiplerine o kadar da saygı duymadığımızı göreceğiz. Hepimiz o insanlara gereğinden fazla şeref bahşediyoruz. Emin olun ki genel olarak kabul gören her fikir saçmalığın daniskasıdır; çünkü çoğunluğun ilgisini çekmeyi başarmıştır. Önemli olan rastlantı sonucu bir araya gelmiş bu insanlara nasıl göründüğümüz değildir, kendi bildiğimiz halimizle ne olduğumuzdur. Unutmayın ki eleştiriler hedefe isabet ettiği sürece can acıtırlar.
Mizah eleştiri için kullanılan yegane unsurdur. Dünyada kötülük bittiğinde mizah da son bulacak demişlerdir. Komiğimize giden şeyler günlük yaşamda öfke ve utançla karşılayacağımız şeylerdir. “Sadece bunu ben böyle yaşıyor olmalıyım.” Dediğimiz tuhaf yönlerimizi toplumsal alana sunar. Endişe ne denli bize özel olursa kahkaha patlatma olasılığımız o kadar artar.
Toplumsal sorunlarla boğuştuğumuz ve acı içinde kıvrandığımız şu günlerde belki de bizi bir nebze olsun rahatlatacak bir eser, Statü Endişesi. Dünyada bu kadar acı ve sınırlı bir zaman varken başkalarının bize biçtiği değer ve yargılardan kurtulma, arınma vakti geldi de geçiyor diyebiliriz. Yaşadığımız hayatlar birilerinin sahip olmak isteyeceği tarzdan hayatlar olabilir ya da yaşamayı istediğimiz hayatlar o kadar da yaşanmaya değer hayatlar olmayabilir. Beklenti, gerçeklik ve zaman arasındaki dengeyi ne kadar çabuk kurarsak o kadar iyi. Belki de yaşamımızı ulaşamayacağımız ya da mutluluk için yeterli olmayan şeyleri elde edebilmek için harcıyoruz. Bir grup insanın rastgele bir araya gelerek bize dayattıkları şeyleri boş verin, sağduyunuzu kullanın! Fikir akımları, filozoflar, tarihsel süreç, sanat, mizah, politika ve daha bir sürü içerikle zenginleştirilmiş muhteşem bir eser. Herkese tavsiye etmekten onur duyarım.