Kitap Türü:BiyografiOrjinal Adı:Balzac, Dickens, DostoyevskiÇeviren:Nafer Ermiş
Puan Tablosu
Üç Büyük Usta Özet
Zweig, Dünya Fikir Mimarları, Yaratıcı Ruhun Tipolojisi üçlemesinin birincisi olan Üç Büyük Usta’da 19. yüzyılın üç büyük yazarını, toplumu anlatan Balzac’ı, aileyi anlatan Dickens’i, bireyi ve insanlığı anlatan Dostoyevski’yi okurlarına bir arada sunmuştur. Bu kişilerin ortak yanının kişiliklerinin karşıtlığı bakımından birbirini tamamlıyor olması önemli bir ayrıntıdır. Zweig, bu ustaları anlatırken kimi zaman birbirleriyle kimi zaman da Goethe, Zola ve Shakespeare gibi başka ustalarla da karşılaştırma yoluna gider.
Zweig’in “Fransız edebiyatının Napoléon’u” olarak nitelediği Honoré Balzac, edebiyat dünyasına Clisson ve Eugénie adındaki ilk ve tek kitabıyla giren Korsikalı İmparatorun izinden, 96 eserden oluşan dev külliyatı İnsanlık Komedyasıyla Charlemagne Tacını giyer. Yarattığı iki binden fazla karakter ordusunun elli bin kadar genç neferini bir muharebe alanının ortasına bırakır. Bunları paraya, üne, şana, şöhrete ulaşmak için kavanoza kapatılmış örümcekler gibi primitif duygularla kıyasıya birbirleriyle savaştırır. Bedeli ne olursa olsun tutkularıyla dünyayı Toulon gibi kuşatanlara Memlüklü Rüstem Rıza, Joachim Murat gibi unvanlar, zenginlikler bağışlar. Yarattığı karakterlere öyle inanır ki ölüm döşeğindeyken Pierette, Taşralı Bir Büyük Adam Paris’te, Kibar Fahişelerin İhtişamı ve Sefaleti, Goriot Baba gibi eserlerinde yer verdiği Doktor Bianchon’dan medet umar. Swedenborg felsefesinin, Mesmerizmin, fizyonominin ve frenolojinin gölgesinde, litrelerce kahve içip günde 16 saat çalışarak ulaşmaya çalıştığı başarı hemen gelmeyince aristokrasiye dahil olma sevdasını hayal olmaktan çıkarır, Galyalı köklü bir derebeyi olan d’Entraguelerle akraba olduğunu iddia ederek Kırmızı Han adlı öyküsünden itibaren eserlerini Honoré de Balzac adıyla imzalamaya başlar. Ancak bu soyluluk sevdası daha da geriye dayanmaktadır. 1824’te Auguste Le Poitevin de l’Égreville’nin Faust’u olduğu sıralarda bile Honeré’nin anagramı olarak seçtiği R’hoone müstearının başına Lord unvanını eklemiştir.
Zweig’in 30 yıldır hayalini kurduğu, bu hırslı roman makinesi üzerindeki ayrıntılı çalışması tıpkı İnsanlık Komedyası gibi yarım kalmış, geride bıraktığı 600 sayfalık elyazması, 2000 sayfa not ve 40 tane altı çizili kitap yayıncısı tarafından düzenlenerek Balzac&Bir Yaşam Öyküsü adıyla çıkmıştır.
Okurlarının karşısında ilk defa Boz mahlasıyla çıkan Charles Dickens 58 yıllık ömrüne 15 roman, yüzlerce öykü sığdırmıştır. İçindeki İngiliz’le mücadele etmeye çalışan Oscar Wilde’nin, George Gordon Bryon’un, Percy Bysshe Shelly’nin aksine Dickens yüzlerce yıllık İngiliz geleneğini dehasıyla birleştirerek konforlu, dostane, sindirimi kolay sanat beklentisindeki halka kendisini sevdirmeyi başarmıştır. Fransa’da ve Rusya’daki olaylardan yorulmuş halka climaxlerle sonlanan ertelenmiş gerilim fikrini sevdirmiş, Mister Pickwick’in Serüvenleri’nin, David Copperfield’in fasiküllerini dört gözle bekleyenleri mutlu etmenin yanında pazarlama dâhisi olduğunu da göstermiştir. Eserlerinde gündelik hayattan sade işçileri, mütevazi karakterleri sıradan bir burjuva ideali içinde işleyen usta yazar, küçük şeyleri bile hayal gücüne yer bırakmayacak şekilde tanımlar. Bedensel yaratımı öyle net çizgilerle belirler ki tüm Dickens karakterleri her okurun zihninde aynı şekilde tezahür eder. Bu özelliğine stenograflık yaptığı zamanlardan gelen yetenek denilmesi hiç de yadsınacak bir bakış açısı değildir. Yediden yetmişe herkesin sevgisini kazanan “Büyük Eğlendirici”, Fakirlik Yasasına, Nazi Almanya’sının çalışma kamplarına fikir veren Workhouse Sistemine, Sanayi Devriminin etkilerine, eğitim sistemine, dini ve ahlaki değerlere değindiği eserlerinin finallerini de ilahi bir mahkeme, kıyamet günü sahnesi gibi oluşturur. 184 yıldır aynı heyecan ve ilgiyle okunması da okurda yarattığı bu katarsis duygusundandır belki de.
Pythia gibi nöbetler içindeki hayatını, yaşam ve ölüm arasındaki bu gidiş gelişleri sanatının en büyük sırrına dönüştürmüştür Dostoyevski. Henri Troyat bu kutsal esrimeyi “Dostoyevski, gökle yer arasında asılı kalmıştır. Hem gök hem de yer tarafından etkilenmiştir.” sözleriyle ifade eder. Petersburglu usta, kimi zaman eserlerinin bazı bölümlerini yeniden yazmaya itecek kadar artan zihin bulanıklıklarının yarattığı çıkmazdan “amor fati (kaderini sev)” felsefesine ve İncil’in öğretilerine sarılarak kurtulmuştur. Kaderine karşı tek isyanı “malikane efendileri” diye adlandırdığı Tolstoy ve Turgenyev gibi özgür, aceleciliğe sürüklenmeden, sefalete düşme korkusu çekmeden yazma imkânı bulamamasıdır. Beyaz Geceler onun hür ve yaratma sevinciyle dolu olarak yazdığı tek eserdir. Kumara duyduğu hastalıklı sevgi de sara nöbetlerinde ve Semenovski Meydanında yaşadıklarına benzer bir korku, bir sinir sarhoşluğu simülasyonudur. Bu gerilim hazzı, bu ıstırap, eserlerinin en önemli yapı taşıdır. Tam da bu nedenle kitaplarının sadeleştirilmiş halleri tıpkı Dante’nin Cehennem’ini atlamak gibidir. Tüm bunlara rağmen hayatla dopdoludur Dostoyevski. “Hayat güzelliktir, sadece acıdadır anlam, ah hayat ne kadar güzel!” diye haykırır. İsa’nın kanatları altında, evrensel Rus idealiyle yanıp kavrulur. Versilov’un Altın Çağıdır istediği. Hayallerine kavuşamaz belki ama bir asrı aşkın süredir pek çok yazar ve yazar adayının hedefi olmuştur ve olmaya devam etmektedir.