Bu kitap, Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın bu kitabı içerisinde altı adet hikaye barındırmaktadır. Bu hikayelerden dördü komik olsa da ikisi oldukça acıklıdır. Hüseyin Rahmi, okuyucusunu eğlendirirken de hüzünlendirirken de düşünmeye sevk eden bir yazardır. Bu kitapta yer alan hikayeler her ne kadar basit ve sade de olsa okuyucuyu derinden etkileyen bir niteliğe sahiptir.
“İki Hödüğün Seyahati”, İrfan ve Mahir adındaki iki arkadaş hakkındadır. Boş zamanlarını –her ne kadar tavla oyunundan hiçbir şey anlamasalar da- kahvede tavla oynayarak geçiren bu iki dost, oldukça eğitimsiz, saf, zeka olarak da pek parlak olmayan insanlardır. Bir gün kahveye gelen bir yorgancının bire bin katarak anlattığı Büyükada, İrfan ve Mahir’in merakını oldukça çeker. Hayatında hiç Büyükada’ya gitmemiş bu arkadaş, kendilerince güzel bir şekilde giyinerek, esanslar sürünerek ve traş olarak “o efsanevi yerin” yolunu tutarlar. Gideceği yerin adını unutan iki kafadar, önüne gelene adres sorsa da kimse onları yanıtlayamaz. Sonra “Büyük Oda”ya gittiklerini hatırlarlar. Yoldan geçen biri de onların aslında “Büyükada”ya gitmek istediklerini anlar ve İrfan’la Mahir’e ada vapurunu tarif eder. Nereye gittikleri, Büyükada’nın ne tarafta olduğu ve ne kadar uzakta bulunduğu hakkında hiçbir fikir sahibi olmayan İrfan ve Mahir, birden telaşa kapılıp yanlış yöne gittikleri duygusuna kapılırlar. Aslında onlar, Karadeniz tarafına gideceklerdir! Bunun üzerine vapur, geri dönmeleri için onları Kınalıada’ya bırakır. Kınalıada’daki bilet memuru, aslında bu kişilerin Büyükada’ya gitmek istediklerini fark eder ve onları bir kayığa bindirir. Kayıkçı, müşterilerinin zekalarının ve bilgilerinin kıt olduğunu anlayarak kayığı Heybeliada’ya yanaştırır ve oradaki bir arkadaşına “Bu mirasyedileri iyice gezdir.” der. Kayıkçının yaptığı şakayı anlamayan Yanko, bunları gerçekten mirastedi zannederek bir araba tutar, İrfan’la Mahir’i Çamlimanı’ndaki gazinoya götürür. Garsona masayı donatmasını ister. Rakılar içilir, hatta Yanko, mirasyedilerin parasından orada bulunan tüm müşterilerin faydalanmasını ister ve herkese içki ısmarlar. Ne var ki sarhoş olan İrfan ve Mahir meselenin gerçeğinden habersiz, gülüp eğlenmektedir. Bir an gelir ve gazinocu hesabın iki buçuk lirayı bulduğunu, önce bu paranın ödenmesi gerektiğini, şayet ödenirse servise devam edeceğini bildirir. Yanko, İrfan ve Mahir’e hesabın iki buçuk lira olduğunu ve bu parayı ödemeleri gerektiğini söyleyince, bu kadar paraya sahip olmayan iki arkadaş, aralarında tartışmaya başlar. İrfan’ın cüzdanında bir İngiliz altını vardır ve ona gözü gibi bakmaktadır. Mahir İrfan’ı bu altını bozdurmaya ikna etmek için uğraşır. İrfan ise altını bozdurmama konusunda kararlıdır. Türkçe’yi güzel konuşamayan bu iki arkadaş, bozdurmak kelimesini “parçalamak” olarak kullandıkları için, müşteriler, gazinonun köşesinde oturan İngiliz’in sırf para için öldürülmek istendiğini düşünür. Gazinoda olay çıkmasından korkan işletme sahibi polis ve jandarma çağırır. Polis, İrfan ve Mahir’i İngiliz’i parçalama ya da parçalamama kavgası dolayısıyla yaka paça birbirine girmiş vaziyette görünce onları sorguya çeker. Parçalamak istedikleri İngiliz’i göstermelerini isteyen polis, İrfan’ın çantadan İngiliz lirasını çıkarması üzerine gerçeği anlar.
“Nasıl Öldürdüler”, epey acıklı bir hikayedir. Yazarın başından geçen gerçek bir olay olduğu apaçık belli olan bu hikayede Rum çocukları, yaşlı bir eşeği acımasızca hırpalar. Yazar, eşeği iki defa çocukların elinden kurtarsa da, İstanbul’a inip akşam vakti adaya döndüğü bir gün eşeğin ölüsüyle karşılaşır. Önceleri “Dertli” adını verdiği bu eşek artık “Dertsiz” olmuştur.
“Müslüman Mahallesinde Bu İş Olur Mu”, gelin kaynana kavgası arasında kalan bir adamın zavallı halini konu alır. Annesinin kendisini karısına karşı kışkırttığı Nuri, bir gün gerçekten anlatılanlara inanır. Tiyatro provaları yapan yan komşusunu, karısı Safinaz’ı baştan çıkarmaya çalışıyor zanneder. Kıskançlıktan çıldıran Nuri, komşusunun evine ateş açar. Polisler gelince de gerçeği öğrenir.
“Arzın Yuvarlaklığına İnanmıyor”, yine yazarın başından geçen gerçek bir hikayedir. Yaşlı bir adam, dünyanın yuvarlak olduğuna dair bir makalesi sebebiyle yazarı ziyaret eder. Amacı yazarı doğru yola getirmek olan yaşlı ada, epey cahil biridir. Yüzlerce yıl önce yazılmış kitapları gerçek kabul eden adam modern bilimden habersizdir ve dünyanın aslında düz olduğunu iddia eder. Onun bu cahilliğini gören yazar, yaşlı adamla tartışmayı uzatmaz ve onu evinden gönderir.
“Büyük Ana”, ailesinden hayatta kalan son ferdi yalnızca Ali Lütfullah adındaki torunu olan yaşlı bir kadının hikayesidir. Gözü gibi baktığı torunu Irak’a savaşa gönderilir. Büyükana, Irak’ın nerede olduğunu bile bilmeyen saf bir kadındır. Orayı İzmit civarında bir yer sanır. Bir gün, evinde çılgın gibi ağlayan kadın, torununun alnından vurularak öldüğünü söyler. Çok geçmeden de hayata gözlerini yumar. Sonradan anlaşılır ki kadın haklıdır. O, torunuyla aynı saatte vefat etmiştir.
“Tövbeler Tövbesi”, yaşlı bir kadın olan Hasibe Hanım’ın nasıl yanlışlıkla hayat kadını vesikası almaya gittiğini ve namusunu nasıl kurtardığını anlatan epey eğlenceli bir hikayedir.
Hüseyin Rahmi Gürpınar iyi bir gözlemcidir ve gerek başından geçen otobiyografik hikayeleri gerekse kurgusal öyküleri büyük bir ustalıkla anlatır. Akıcı, bazen eğlendirici ve bazen hüzünlendiri bu hikayelerde büyük bir realizm de vardır. Hayatın içinden bahseden bu hikayeler, basitliği, sıradanlığı ve şeffaflığıyla beraber okuyucuyu oldukça etkileyen birer başyapıttır.