Yazarın kısa hikayelerinden oluşan kitabıdır. Pek çok farklı konuda kimi zaman deneme tadında yazılmış kısa hikayelerde bir romanın ayak seslerini duymak mümkünken, bir diğerinde yazarın kendi hayatına dokunuşlarını bulabildiğimiz bir eseri.
Harap Mabetler
İnsan hayatı birkaç bölüme ayrılıp bunlar birer mabet olarak tasvir ediliyor. İlk mabet de çocukluk yıllarının masumiyetini içeren çocukluk mabedi oluyor. Sonrasında aşk ile başlayıp harabiyetle sonuçlanan diğer mabetler ortaya çıkıyor. Bunlar da aşk acısıyla harab olan mabetler oluyor. En beyhude, en gülünç, en yalancı olan mabed de bu aşk mabedi olarak nitelendiriliyor.
Çocukluk, din ve aşk ile oluşan bu yıkık viraneler, çeşitli mabetlere olan yeni yönelimler ve onların yıkıntısı, üzerimizde etkisi olan her durum da dimağ ve kalp harabelerinden oluşan yeni bir mabet oluyor.
Mabetteki Kadın; 30lu yaşlarında vefat eden bir adamın karısı zihnen kendini kaybetmiş şekilde yaşamaktadır. Kocasının mezarının bulunduğu camide tuhaf şekilde dolaşır. İnsanlar ise onun ermişlerden olduğunu düşünerek ona karışmaz ve eşiyle camide buluşarak konuştuğunu düşünürler.
Bilmem Topraklar Sıcak Mıdır?; Öldüğünde kabrinin sıcak bir toprakta olmasını istediğini anlatır yaza, dış dünyanın yalanı, nazar ve tebessüm buzlarıyla üşümemek için. Bununla birlikte ölmeyi, yok olmayı istese de insanları işitmeye devam etmek ister. İnsanlara ait bu seslerin rüzgarlarla donarak bir harabe, bir mezar olmasını ister.
Ruh-u Mütecahir; Taksim bahçesinde, yabancılar arasına atılmış, ışıksız bir kederin içinde kalan dilencinin durumunda kendi ruhumuza yakın bir dokunuş vardır. Ellerini boşluğa uzatıp cevapsız kalmış; güneşten, insanlardan dilencinin beklediği cevabı biz de hakikat ve ebediyetten istemekteyiz.
Ey Ana Toprağı; Düşman işgali altındaki vatanın durumunun tasvir edildiği hikayedir. Türklüğün bu topraklar üzerinde yaşadığı, öldüğü, inlediği ve ezildiğini, bu sebeple ana toprağının üstünde barındırdıklarına kırgın olduğu düşüncesini anlatan hikayedir.
Sultan Osman’ın Selamı; bu hikayede askerlere sesleniş vardır. Yıkılmak istenen muazzam milletin temellerini yeniden atmaya teşebbüs etmelerinden dolayı askerlere duyulan şükran dile getirilir.
Feridun Hikmet’in Jurnali’nden
Feridun ile kardeşi İbrahim küçük yaştayken anneleri vefat eder. Annesi ölmeden önce Feridun’dan, kardeşi İbrahim’e annelik yapmasını ister. Babaları ise karısının ölümüne aşırı tepki gösterir. Küçük İbrahim’in anne yakarışları babası tarafından şefkat ve sevgi ile karşılanır. Ancak Feridun’un sessiz kalması d a tepkiye yol açar ve babası ona İbrahim’e sunduğu sevgiyi vermez. Görev icabı bir sevgi gösterir. Feridun İbrahim’i kıskansa da annesinin kendisine olan vasiyetini uygular.
Daha sonra babaları evlenir ancak halen eski karısına sadık kalarak karısını hizmetçi gibi görür. Bu kadın ise oldukça iyi yüreklidir ve çocuklara kendi çocukları gibi bakar. Çocuklar büyüyüp yeni hayatlar kurduklarında bile bu üvey annelerinin yanına bayram ziyaretine gelirler.
İbrahim yakışıklı bir zabit olur. Feridun da mülkiyeden mezun olur. Feridun 23 yaşındayken evli bir kadın olan Mediha’ya aşık olur. Kardeşi kendisine destek verir. Daha sonra Mediha ile evlenirler. Ancak Mediha başka erkeklere yaklaşmaya çalışır. Hatta İbrahim de yaklaştığı erkeklerden biridir. Ancak İbrahim bu durumdan kaçınarak ücra bir yere giderek orada evlenir.
Mediha ile Feridun’un iki çocuğu olur. Mediha eski tutumundan vazgeçip sadık bir eşe dönüşür. Feridun ise Mediha’ya karşı eski hislerini beslemese de ona muhtaç olduğunu anlayarak evliliğini sürdürür.
Ana Hisleri
Nesrin küçük yaşta annesini kaybeder. Bir süre sonra babası yeniden evlenir. Üvey annesi ona sevgiyle yaklaşır. Ancak Nesrin, annesinin hatırasını korumak için bu sevgiyi reddeder. Üvey annesi bu duruma çok üzülür ancak çocuğun üstüne gitmekten vazgeçer. Bir süre sonra kendisi de hamile kalır ancak hastalanarak bebeğini kaybeder. Bu kayıp onu fazlasıyla üzer. O an Nesrin’in neler hissettiğini daha iyi anlar. Tam da bu sıralarda Nesrin de üvey annesine yaklaşmaya başlar ve tüm samimiyetiyle ona “anne” der ve ekler “Korkma, annem kardeşimi koynuna alıp yatar.” Nesrin annesine arkadaş yollamıştır. Üvey annesini de benimsemiştir.
Zilal-i Emvat; İskenderiye Müzesi’nde geçirilen bir gün görülen eserler üzerinde çeşitli tahliller ile ölülerin de tıpkı diriler gibi şahsiyeti olanı ve olmayanı olduğu fikrini barındıran hikayedir.
1882-1964 yılları arasında yaşayan Halide Edib Adıvar’ın Osmanlı Türkçesi ile yazdığı Harap Mabetler, büyük ölçüde kadınların duygu ve düşüncelerini eksene alan mensur şiirler ve hikâyelerden oluşuyor. Hikâye, herkesin bildiği bir tür olsa da mensur şiir daha az biliniyor ve hikâyeye benzeyen ancak daha kısa ve şiirsel anlatıma sahip olan düz yazı türü anlamına geliyor. Toplamda 19 farklı bölümün yer aldığı kitapta 9 tane mensur şiir, 10 tane de hikâye bulunuyor. Kitaptaki iki tür, her ne kadar adet bakımından birbirine yakın olsa da mensur şiirin hikâyeye göre oldukça kısa kalmasından ötürü kitabın büyük bir kısmını hikâyeler oluşturuyor.
İlk kez hicri 1326, miladi 1911 yılında Ahmed İhsan Matbaası tarafından yayımlanan eser, aradan geçen yüzyılı aşkın süre boyunca pek çok yayınevi tarafından basılmış ve 2020 yılında da Fatih Altuğ’un çeviri yazısıyla Can Yayınları tarafından yayımlanmış. Yayınevinin Türk edebiyatı klasiklerini okurlarla buluşturmayı hedeflediği Miras dizisinde yer alan eser, çeviri yazı ile günümüzde kullanılan Latin alfabesiyle okurlara sunulsa da Osmanlı Türkçesi ile yazıldığı için günümüzde kullanılmayan, Arapça ve Farsça kökenli pek çok kelime içeriyor. Bu durum, Arapça ve Farsça bilenler için büyük bir sorun teşkil etmiyor. Ancak bu iki dilden en az birine az da olsa aşinalığı bulunmayan okurlar için kitabı okumanın ve anlamlandırmanın epey zor olabileceğini söylemek mümkün. Bu detay göz önünde bulundurularak kitabın sonuna detaylı bir sözlük eklenmiş ve böylece okurların işi epey kolaylaştırılmış. Arapça ve Farsça bilgisi yetersiz okurlar, kitabın arkasındaki sözlükten yararlanarak kitabı daha kolay bir şekilde okuyabilir ve anlamlandırabilir. Ancak sözlüğün 25 sayfadan oluştuğunu ve her sayfada 30-40 sözcük bulunduğunu dolayısıyla da kitap boyunca anlamı bilinmeyen yüzlerce kelimeyle karşılaşılabileceğini belirtmekte fayda var. Sözlükteki sözcüklerin büyük bir kısmı günlük dilde kullanım dışı olsa da çok küçük bir kısmının özellikle belli bir yaş grubu tarafından günümüzde de yaygın bir şekilde kullanılmaya devam ettiğini söylemek mümkün. Eğitim durumu ve kitap okuma geçmişi gibi kriterler kitabı anlamlandırmada büyük öneme sahip olsa da yaş da oldukça önemli bir avantaj ya da dezavantaj sayılabilir.
Okurlar ister kitabı okurken anlamını bilmedikleri bir kelimeye denk geldiklerinde dönüp sözlüğe bakma isterlerse de önce sözlüğü inceleyip kelimelere aşinalık kazandıktan sonra kitabı okuma yolunu tercih edebilirler. Her halükârda da kitabın oldukça keyifli bir okuma deneyimi sunduğu söylenebilir. Okurun anlama oranı düşük olsa bile gerek yazarın kitap boyunca kullandığı şiirsel dilin gerekse metinlerin derin anlamlar içermesinin bunda büyük etkisi var.
Kitabın sonunda, sözlükten hemen önce Fatih Altuğ’un yazdığı son söz bulunuyor. Kitabın başında ise yazarın biyografisi yer alıyor. Toplamda 189 sayfadan oluşan kitabın ilk 31 sayfasında mensur şiirler, sonraki 98 sayfasında ise hikâyeler mevcut. Hikâyelerden sonra 14 sayfa kadar da Aşk Fesaneleri başlıklı ayrı bir bölüm bulunuyor.
Kitaptaki mensur şiirlerin başlıkları şu şekilde:
● Harap Mabetler
● Ruh-ı Mütehaccir
● Ey Ana Toprağı
● Sultan Osman’ın Selamı
● Eller
● Bilmem Topraklar Sıcak mıdır?
● Denizin Hatıratından - 1
● Denizin Hatıratından - 2
● Denizin Hatıratından - 3
Hikâyelerin başlıkları ise şöyle:
● Ervah-ı Makamat
● Mabetteki Kadın
● Zılal-i Emvat
● Feridun Hikmet’in Jurnalinden
● Ana Hisleri
● Kösem Sultan
● Hayat-ı Muhayyel
● Bir Günahkâr Kadının Jurnalinden
● İsterik
● İmzasız Mektuplar
Harap Mabetler Özeti
Mensur şiirlerden Ey Ana Toprağı ve Sultan Osman’ın Selamı, millî duygulara hitap eden etkileyici eserler. Her ikisi de yalnızca 3’er sayfa olmasına rağmen derin anlamlar ve duygular barındırıyor.
Yazarın üçleme şeklinde okurlara sunduğu Denizin Hatıratından ise öznesinin insan değil de deniz olması bakımından önem taşıyor. İlk ikisinde kadın karakterler karşısında dile gelen deniz, sonuncu hatıratında da Barbaros Hayrettin Paşa’ya selam ediyor.
Hikâyelerin ilki, Ervah-ı Makamat, Türk sanat müziğindeki makamları konu alıyor ve âdeta her bir makamı ete kemiğe büründürüyor. Belki de kitaptaki en kısa hikâye olan Mabetteki Kadın ise bir camiye giren anlatıcının ermiş bir kadınla karşılaşmasını ve kadının anlatıcı üzerindeki tesirini oldukça etkileyici bir şekilde okura sunuyor.
Feridun Hikmet’in Jurnalinden, genel olarak kadın ruhuna yoğunlaşan kitaptaki başkahramanı erkek olan nadir hikâyelerden biri ve gerek eşler gerekse kardeşler arası ilişkiyi konu alması bakımından oldukça merak uyandırıcı. Kitabın belki de en güzel hikâyesi olan Ana Hisleri de merhametli bir üvey anne ile üvey kızının kader ortaklığını anlatan, oldukça duygusal bir metin.
Şaşırtıcı bir sonla biten İsterik, gençliğinden beri histeri olan bir kadının yaşamını, tamamı histeriyle geçen bu yaşamı değiştiren evladına olan sevgisini ve bu evladını kaybetmesi sonucunda yaşadığı acıyı hafifletme çabasını konu alıyor. İmzasız Mektuplar ise iftiraya uğrayan bir kadının iffetine inandığını düşündüğü tek kişiye yazdığı bir mektup.
Hikâyelerden ayrı bir bölüm olan ve kendi içinde 3 kısma ayrılan Aşk Fesaneleri’nde de yazar; aşk efsanesi olarak Aştart, isimsiz rakkase, Züleyha, Kleopatra ve İpatya gibi birbirinden çok farklı kadınların hikâyelerini anlatıyor.