Kitap Türü:Yabancı Romanlar, MaceraOrjinal Adı:Kéraban the InflexibleÇeviren:Nihan Özyıldırım
Puan Tablosu
İnatçı Keraban Özet
Uzun süredir anlaşamadığı karısıyla 25 bin florine patlayan bir kavganın ardından Tütün Taciri John Van Mitten, servetiyle ilgili işlemlerin yapılması ve İstanbul’daki bankaya aktarılması için gerekli talimatları vererek yanına uşağı Bruno’yu alıp 1882 yılının bir Ramazan günü İstanbul’a gelir. Avrupa’nın dört köşesinden tütün balyaları toplayan bu Hollandalı, 20 yıldır iş yaptığı Keraban Ağa’yla Galata’daki yazıhanesinden çıkıp Üsküdar’daki evine gitmek üzereyken rastlaşır. Dostunun yemek davetini memnuniyetle kabul etmesinin ardından Tophane İskelesi’nden Üsküdar’a geçmek üzere kayık beklerlerken II. Abdülhamit’in “İstanbul’dan Üsküdar’a ya da Üsküdar’dan İstanbul’a gidişte Boğaz’ı geçmek isteyen kişi ve her türlü yelkenli ve buharlı tekne ile kayıklar 10 para vergi verecek” fermanı Keraban’ı oldukça kızdırır. Zaptiye amiri ile girdiği münakaşa sonucu işi inada bindiren Keraban Ağa bu vergiyi vermemek için Karadeniz’in etrafını dolaşarak Üsküdar’a gitmeye karar verir. Sırf on parayı vermemek için 2800 km’lik yolu gözünü kırpmadan tepmeye hazırlanan bu inatçı Osmanlı’ya, yemek davetini kabul ettiklerinden dolayı Van Mitten ve Bruno da eşlik etmek durumundadır. Ancak bu yolculuğun 45 günden uzun sürmemesi gereklidir. Çünkü Keraban Ağa’nın yeğeni ve tek mirasçısı Ahmet, Keraban Şirketi’nin Odessa’daki muhabiri Banker Selim’in kızı Amasya’yla 30 Eylül’e kadar evlenmezse güzel Amasya, yaşlı ve deli halasının 100 bin TL civarındaki mirasından mahrum kalacaktır. Modern sanayinin simgesi olan demiryolunu, deniz tuttuğu için de buharlı gemiyi reddeden Keraban Ağa’nın Rotterdam seyahatinde kullandığı eski posta arabası ve posta merkezlerinde değiştirecekleri atlarıyla Kırım üzerinden Kafkasya’ya, Kafkasya üzerinden de Anadolu’ya geçip Üsküdar’a ulaşma planı, uşağı Nizib’i ve Hollandalı misafirlerini dehşete düşürür ancak başka çare yoktur. Keraban Ağa’nın müthiş inadıyla başa çıkmak imkansızdır. Kısa bir hazırlık sürecinin ardından yola çıkan dörtlünün karşılaştıkları ilk zorluk, Tuna Nehri’nin Sulina’dan Karadeniz’e dökülen kolunun öte tarafındaki Dobruca Bataklığında araba tekerleklerinin yarısına kadar çamura saplanmasıdır. Bu da yetmezmiş gibi 20 kadar yaban domuzunun saldırısına da uğramışlardır. Üstelik Osmanlı’ya vergi vermekten kaçarken Moskof Gümrüğüne de vergi ödemişlerdir. Tüm bu aksiliklerin ardından Odessa’ya gittiklerinde amcasının düğününe yetişemeyeceğinden endişe duyan Ahmet de bu yolculuğa katılmaya karar verir. Ancak bu kararın çok yanlış olduğunu, Saffar Ağa’nın tek görüşte vurulduğu Amasya’yı, Guidare adlı tek direklinin kaptanı Maltalı Yarhud ve kahyası Scarpante vasıtasıyla kaçırmayı planladığını öğrendiğinde fark edecektir. Odessa’dan ayrılır ayrılmaz güzel Amasya’nın halayığı Necibe ile kaçırılması ve bu kaçırılmayı son anda fark eden Banker Selim’in omzundan vurulmasından bihaber yolculuğu hızlandırma planındaki Ahmet’in önüne Saffar Ağa’nın Arabat ve Argin’deki posta merkezinin son atlarını aldığı haberi çıkar. Keraban Ağa, ardı ardına gelen bu tesadüfe oldukça sinirlenir ve henüz tanışmadığı bu düşmanına diş bilmeye başlar. Poti-Tiflis Demiryolunda da bu ismi var cismi yok düşmanıyla karşıya geçme kavgasına tutuşur. Olayı gören yolların kontrolleriyle görevli Rus Kazakları, bu tehlikeli kavgayı yarattığı gerekçesiyle Keraban Ağa’yı tutuklayarak trenle Sakaria İstasyonuna götürürler. Hayatında ilk defa demiryolu yolculuğu yapmak zorunda kalan bu inatçı adamı Türk-Rus sınırından almak zamanla yarışan Ahmet için oldukça stresli olur. Bundan sonraki yol çok sakin geçiyor derken Atina’da (Pazar’da) büyük bir fırtınaya yakalanarak deniz fenerine sığınırlar. Deniz fenerinde bu korkunç fırtınanın yarattığı dehşete şahit olan Ahmet’in gözüne denizde sürüklenen bir gemi takılır. Açıklanamaz bir içgüdüyle bu gemidekileri nasıl kurtaracağını düşünürken Amasya’nın yardım çığlıklarını duyar. İnsanüstü bir çabayla Amasya ve Necibe’yi kurtaran yolcular, son anda kaçmayı başaran Scarpante’yi görmemişlerdir. Scarpante de olayı Saffar Ağa’ya duyurmadan Keraban Ağa ve ekibinin Trabzon yolu üzerindeki Risar Kervansarayına uğrayacağını bildiğinden onlardan önce oraya ulaşır. Ancak eline, Ahmet tarafından sıkı bir korumaya alınan Amasya’yı kaçırma fırsatı geçmez. O esnada bir Kürt Ağası olan Yanar ve kız kardeşi Sarabul da aynı kervansarayda kalmaktadır. Sarabul, üç kocasını da kaybetmiş, bir yenisini arayan, asabi bir kadındır. Bir gece önce odasına girdiğini iddia ettiği kişilerin kervansarayın sahibi Kidras tarafından bulunmamasından dolayı burnundan solumaktadır. Keraban Ağa’nın kendi kazdığı kuyuya düşmesi sonucu Sarabul’la nişanlanmak durumunda kalan Van Mitten, Kürdistan’da yapılacak düğünden kurtulmak için yine Keraban Ağa’dan medet ummaktadır. Sayıları dokuza ulaşan yolcu kafilesi, Nerissa Boğazındaki sığındıkları mağarada Yarhud’u öldürünce kısmen rahatlarlar. Tedirginliği hala geçmeyen Ahmet, Trabzon’da tanıştıkları meçhul rehberin Scarpante olduğundan habersiz olsa da temkinlidir. Ancak Scarpante’nin ve Saffar Ağa’nın son girişimleri de başarısızlıkla sonuçlanır. Son anda yardıma yetişen Banker Selim sayesinde iki düşmanını da ölüme gönderen Keraban Ağa, planladığı tarihte Üsküdar’a ulaştığında nüfus kayıtlarının İstanbul’da öğrenir. Bu durum karşıya geçmek için vergi ödemek, dolayısıyla yaşadıklarının boşa olduğu anlamına geleceğinden Keraban Ağa, Cambaz Storchi ile anlaşır. Storchi, Üsküdar ile Kız Kulesi arasında gerilen iple Boğazı geçer. Tekerleği oyulmuş bir el arabası sayesinde de Keraban Ağa. Böylece 802 bin gümüşe mal olan yolculuk tamamlanmış, hiçbir şey için bir engel kalmamıştır. Sevenler evlenir, Van Mitten de Sarabul ile tanıştıktan sonra eşiyle devam etme kararı alır. Keraban Ağa son bir hamle olarak da hükümete, kayıklardan alınan verginin tahsil hakkının kendisine satılmasını teklif eder. Teklif kabul olduğundan artık işiyle evi arasında gidip gelirken vergi sıkıntısına da girmeyecektir.
Bilim kurgu ve macera romanlarıyla tanınan Verne’nin, İkinci Mahmut döneminde Osmanlı topraklarında geçen bu romanı Oryantalist bakış açısıyla yazılmışsa da verdiği tarihi bilgileri, tasvirleri ile Türk okuyucuya Osmanlı’yı 1883 yılında bir Fransız’ın gözünden görme imkânı sağlaması açısından önemlidir.