“Veysel Çavuş”, Memduh Şevket Esendal’ın ilk hikâyesidir. Bu hikâye kitabında da “Veysel Çavuş” ilk sırada yer almaktadır. Kitaba adını veren bu hikâye ana hatlarıyla şöyledir: Veysel Çavuş, hikâye anlatıcısının Trablus’tan tanıdığı bir askerdir. Savaştan döndüğünde ninesini ölmüş bulan Veysel Çavuş, çalışıp didinerek kendine bir iş kurar. Bir de tarla kiralar. Ardından komşu köylerden bir kızla evlenir. Ne yazık ki temmuzun sonlarında bir hasat zamanında asker silah altına çağırılır. Veysel Çavuş ise daha hasadını tamamlamamıştır bile. Hikâye anlatıcısı, bu az konuşan, çok iş yapan, mert, cesur, devletin kendisine ihtiyacı olduğu anda hiçbir hizmetten kaçınmayan bu fedakar askerle bir akşamüstü yolda karşılaşır. Ona orduya katılıp katılmayacağını sorar. Veysel Çavuş ise katılacağını söyler. Hikâye anlatıcısı, Veysel Çavuş’un çok zengin olmadığını, askere giderken geride bıraktığı genç hanımına pek de fazla bir miktarda para veremeyeceğini bildiği için, ona bir ihtiyacı olup olmadığını sorar. Veysel Çavuş, komşu namusunu korumak gerektiğini, genç hanımını hikâye anlatıcına emanet etmek istediğini söyler. Hikâye anlatıcısı da bunu kabul eder. Ertesi gün Veysel Çavuş askere uğurlanır. Neden sonra savaş Osmanlı Devleti lehine ilerlemeye başlar. Ne yazık ki hikâye anlatıcısı ile Veysel Çavuş’un eşi bu habere sevinemez; çünkü Veysel Çavuş’un şehit olduğu haberi gelmiştir. Günlerden bir gün hikâye anlatıcısı Edirne’de iken Veysel Çavuş’la aynı birlikte vazife yapan bir askerle karşılaşır ve onun şehadetini bu askerden dinler. Veysel Çavuş, bir orman içerisinde Bulgar çetelerini kovaladıkları bir sırada emrindeki adamlarla devriye gezerken yanağından vurulup oracıkta şehit düşmüştür. Onunla beraber şehit olan bir kişi daha vardır. Bu iki şehit, oraya gömülür.
“Kivi” hikâyesinde anlatıcının kardeşi şehirden bir at alır. Köy çocuğudur, ata ve eşeğe meraklıdır. Satın aldığı atı gelip heyecanla abisine ve arkadaşlarına gösterir. Bu ata bir isim düşünürler ve ona Kivi adını koymaya karar verirler. Ne var ki ertesi günü Kivi’nin, at arabasında iki kişiden fazla olması hâlinde yerinden kıpırdamadığını fark ederler. Hatta Kivi, yokuş çıkarken arabada hiç kimseyi istemez. Üstelik hızlı hızlı koşmaz da. O, sakin sakin yürüyen bir attır. Anlatıcının kardeşi Kivi’yi eğitmek için epey uğraşır. Bir gün gelir, anlatıcının kardeşi Selime ile evlenir. Gelin alayında Kivi de araba çeker. Tabi ki yine ağır ağır ilerlemektedir bu emektar at. Düğünden sonra anlatıcının kardeşi, Kivi’nin satılma zamanı geldiğini, zaten bu hayvanın pek bir işe yaramadığını, hazır alıcısı varken atın satılmasının gerektiğini söyler. Anlatıcı ise, bu emektar atın satılmasına karşı çıkar.
“Bir Genç Efendinin Defterinden” adlı hikâyede, uzun süren savaşlardan dolayı dört beş ev ile ilgilenmek zorunda kalan bir adamın, Güzide adındaki evli akrabasına ilgi duyması, bu ilgisinin de karşılıksız kalmaması anlatılmaktadır. Oldukça güzel ve akıcı bir üslupla yazılmış bu hikâyede genç efendi ve Güzide, hiçbir zaman buluşamamışlardır. Her ne kadar Güzide genç efendiye gece yatak odasına gelmesi için fırsat sunmuşsa da genç efendi, gerek çekingenliğinden, gerekse komşuların dedikodusundan çekinerek bu fırsatı değerlendirememiştir. “Bir Cinayet” adlı hikâye, Kafkas cephesinde çarpışan bir askerin kıskançlıktan dolayı işlediği bir cinayeti konu almaktadır. Katil, bir doktordur ve cephede hummaya yakalandığı için iyileşmek üzere evine dönmüştür. Karısının bir avukatla ilişkisi olduğu düşüncesine kapılarak avukatı öldürür. Neden sonra mahkemede ortaya çıkan bir mektup, katilin pişmanlık duymasına neden olur. “Sayı mı, Yazı mı?” adlı hikâyede genç ve güzel bir hukuk öğrencisi, mesleğini yapmak istememekte, koca parası yemeyi arzulamaktadır. Gözüne bir doktor kestirmiştir ve onun ilgisini çekebilmek için hasta rolü yapıp kendisini ona muayene ettirmek istemiştir. Doktorun meseleyi anlamaması üzerine de kız, derdini açık açık anlatma yoluna gitmiştir. Doktor, ilk olarak kıza uzak durup ona bir koca bulmak istese de, daha sonra muaheyenaheye gelen bir başka doktorun kızla ilgilenmesi üzerine o da bu kıza ilgi duymaya başlamıştır. Ne var ki ikinci doktor, kız için mücadele etmeye hazırdır. En sonunda, kavga etmeden, meseleyi halletmek için bir çözüm bulmuşlardır ki bu da yazı tura atmaktır. Onlar yazı tura atadursun, kız, bahsi birinci doktorun kazanmasını istemektedir; çünkü gözü ondadır ve başka kimseyi görmez. “Hâmid İçin Bir Yazı”, Abdülhak Hamid Tarhan gibi büyük yazar ve şairleri, onları çok iyi bilmeyen, haklarında okumamış kişilerin yazıp halka anlatması eleştirilir. Bunun yapılmasını teşvik eden ya da bu sorumsuzluğa göz yumanlar da gazete yönetimlerinden başkaları değildir. “Komiser”, bir akşam sokakta birbirlerini öpen eşlerin, bir polis memuru tarafından karakola getirilmesini anlatır. komiser, eşlerin birbirlerini öpmeye hakkı olduğunu düşünse de eşinden uzun yıllar önce boşanmış olan polis memuru komiserle aynı fikirde değildir. Kitabın en uzun kikâyesi olan “Muzaffer”, öksüz kalmış Muslih ile Adviye’nin kızı Muzaffer’in evlenme hikâyelerini anlatmaktadır. Adviye, bir komşusunun düğünü için evini düğün misafirlerine açar. Bu misafirlerden biri de Muslih’tir. Muhlis, bir yastıkta Muzaffer adının işlendiğini görmüş ve düğün sahibine bu kızı sormuştur. Her ne kadar kızı görmemiş olsa da onunla evlenmek istemiştir. Kız, babasızdır. Ayrıca Adviye ve Muzaffer’in maddi durumu pek parlak değildir. Bu nedenle kızın Muhlis ile evleneceği öngörülür. İlk başlarda Adviye ve Muzaffer Muhlis’i beğenmeseler de sonunda Muzaffer, onunla evlenmeye razı olur. Hikâyede, Muhlis’in geçmişi ve onu evlenmeye sevk eden sebepler uzun uzun anlatılır.
Veysel Çavuş hikâyesi 1908’de yazılmış. Kitaptaki hikâyelerin bir kısmı da 1949 yılına ait. Memduh Şevket Esendal’ın 1952 yılında aramızdan ayrıldığını düşünürsek, Veysel Çavuş adlı hikâye kitabında yazarın acemilik döneminden ustalık dönemine uzanan çeşitli hikâyeler olduğunu söyleyebiliriz. Bu hikâyelerin tümünün de güzel olduğunu söylemek imkansızdır. Kitabı bitirip iki elimiz arasına aldığımızda, aklımızda kalan ve bizde iz bırakan hikâyelerin adedi, bir elin parmaklarını geçmez. Kitaptaki bazı hikâyeler tekrar tekrar okunmayı hak eder. Bunların bazıları birkaç sayfadan oluşurken bazıları onlarca sayfayı bulabilir. Hatta “Muzaffer” adlı hikâye, elli sayfadan fazladır.
Memduh Şevket Esendal bize neyi anlatır? Vatanı uğrunda ailesinden geçip ölümü göze alan bir vatansever, bir garip atın hikâyesi, taşrada çalışan ve taşra tembelliğine alışmış bir memur, evli bir kadına âşık olan bir beyefendi, hastalık bahanesiyle hastaneye gelen ve doktorlarla ilgilendiğini belli eden genç ve güzel bir kız için yazı tura atan iki doktor, sokakta birbirini öpen eşleri karakola götüren bir polis memuru, yeni atandığı vilayette okulları teftişe çıkan bir vali, filmlerle yaşayan bir kadının evlendiği adama karşı anlamsızca davranışları, şarkıcı bir Yahudinin fakir hayatı, kocasını aldatmış bir kadının intikam anlayışı… Sıradan insanlar, küçük hesaplar, gündelik yaşam… Yazar, hayatın tam ortasından konuşur bize. İnsanoğlunun en genel arzularını, korkularını ve sıkıntılarını anlatır. hikâyelerde dedikodu ve çekememezlik boldur. İşte bu özellik, Memduh Şevket Esendal’ın hemen hemen tüm hikâyeleri için geçerlidir.