Toptaş, çocukluğunu geçirdiği Baklan’da, 8 yaşındayken başının arkasından, aldığı yaradan dolayı saç çıkmaması nedeniyle “Aynalı” lakabını alır. Bu sıfatın verdiği utançla nereye saklanacağını bilemez. O günlerde “Edebiyat Tanrısı” kasabaya bir adamı, Halil Ahmet Amcayı gönderir. Postacılıktan emekli Halil Ahmet Amca okul önünde poğaça ile gazozla birlikte hikâye kitapları da satmaya başlar. Toptaş’ın, Halil Ahmet Amcadan satın aldığı ve okuduğu ilk kitap David Stern’in yazdığı, Aziz Nesin’in çevirdiği Konuşan Katır olur. Kitaptaki karakterin adının da Hasan olması, Hasan’ın verdiği mücadeleler Toptaş’a, saklanacağı yerin kelimelerin arkası olduğunu hissettirir. Böylece yazar, edebiyat dünyasına bir daha hiç çıkmamacasına girer. Yazar, Harfler ve Notalar’a okura mektupla başlayarak Halil Ahmet Amcaya olan minnetini böyle bir jestle de tekrar göstermiş olur. Yazarın bu anıları, 2011’de TRT’de yayınlanan Büyük Umutlar: Hasan Ali Toptaş belgeselinde de yer alır.
Yazar, Walter Benjamin’in “Hikâye Anlatıcısı” yazısında hikâye anlatıcısının artık günümüzde bir hükmü olmadığı, anlatıcılık sanatının sona ermesinin nedeninin enformasyon ağı nedeniyle deneyimin değer kaybetmesi olduğu fikrine katılmaz. Belki eski işlevini, eski görünümünü üzerinde taşımaz ama yine de dünyanın dört bir yerinde varlığını sürdürür. Tıpkı Şam’da yaşayan Hakawati (gösteri sanatında uzman hikayeci) Raşid el- Hallak gibi. Hallak, bir kahvehanenin başköşesinde, bir taht gibi süslü bir koltukta, üzerinde geleneksel kıyafetleri, elinde kılıcı ile hikayelerini Şah Şehriyar’a anlatır gibi canlandırır. Üzerinden, komşusuna ölüm kusmak için geçen uçaklar eşliğindeki bu büyü ne yazık ki dağıttığı kartvizitin ön yüzünde yer alan “Story Teller- Mr. Rashid Al Hallak” yazısıyla bozulur. Kendi dilini ikinci dil konumuna getiren bu ifade, olayın özgünlüğünün modern hayatın endüstrileşme etkisiyle nasıl bozulduğunu da gözler önüne serer.
Toptaş, Tahsin Yücel’in Yazın Gene Yazın adlı deneme kitabının başındaki üç sayfalık “dilek” te yazan “Tanrım, şu kitapta bilgi yanlışlarına düşmeme izin verme, okurlarım söylediğinin doğruluğunu iyice araştırıp kesinleştirmeden kitap yayımlamaya kalkan bir saygısız sanmasın beni” cümlesine değinir. Söz konusu dilek aynı zamanda Toptaş’ın okurlardan dilediği gizli bir özür maiyeti de taşır. Zira yazar, Mehmet Ali Birand’ın hazırladığı Demir Kırat belgeselinden söz ederken Adnan Menderes’in celladı Kemal Aysan’dan Börekçi Hüseyin’in celladı olarak bahseder. Oysa halka açık infaz edilen bu son mahkûmun adı Börekçi Hüseyin değil Börekçi Ali’dir. Yazar, söz konusu kitapta yazan “ayakta yazmak” ifadesinin de her türlü iktidarın uzağında, okur için yazmak değil okura yazmak anlamı taşıdığının da altını çizer.
Milan Kundera, 11-12 sene boyunca bir Yahudi besteciden müzik eğitiminden dolayı, yazdığı metinlerde seçtiği bazı kelimeleri nakarat olarak kullandığına dikkat çeker ve yazdığı melodilerin zaman zaman şarkıya dönüşmesini istediğini belirtir. Terezin Kampında ölüme giden bu bestecinin ona söylediği ve Kundera’nın eserlerinde büyük önem verdiği cümle şudur: “Beethoven’de insanı şaşırtacak ölçüde zayıf bölümler vardır. Ama güçlü bölümleri değerlendiren de bu zayıf bölümlerdir”. Aynı cümlenin benzerini Nazım Hikmet, daha önce Çankırı Cezaevinde birlikte yattığı arkadaşı Kemal Tahir’e yazdığı mektuplarda da söyler. Ahmet Hamdi Tanpınar, Oğuz Atay, Bilge Karasu, Yusuf Atılgan, Halit Ziya gibi usta kalemlerin metinlerinde de alttan alta akıp giden müziğin sesi aynı anlayışın ve hassasiyetin sesidir. “Zaten, bir cümle yazmak aynı zamanda beste yapmak değil midir?”
Metinler ve Kusurlar, Bir Kitap Ne Başlar Ne Biter, Kör Noktada Kalanlar, Yeni Roman, Ne Anlatıyorsun, Okurun Okuru Olmak, Hikâyenin Gerçeği Gerçeğin Hikâyesi başlıklı diğer denemeleriyle de Toptaş, okurluktan üretim aşamasına geçmiş bir edebiyatçıya yükselmesinde geçtiği aşamaları, beslendiği kaynakları, kültürel birikimlerini sergilediği çok zengin bir eser ortaya koymuştur Harfler ve Notalar’da. Yüzün üzerinde öykü, roman, deneme ve yazar ismi, söz konusu yazar ve eserlerden alıntılar, nitelikli edebiyat dergileri, türkü dünyası hakkındaki zengin birikimiyle edebiyat tutkunlarının elinden bırakamayacağı bu kitapla, Toptaş’ın derin alt yapısıyla evrensel boyuta ulaşan ününün hakkını verdiğini biz okurlara tekrardan göstermiştir.
Son sözüm de kitabı yayınlayan Everest Yayınlarına olacak. Kitapta yer alan “İçindekiler” bölümünde bölüm başlıklarına karşılık gelen sayfa numaraları neredeyse baştan itibaren yanlış. 2016’dan bu yana 5 kez yeniden basılmış böyle bir kitapta bu kadar basit bir dikkatsizliğin yapılması hoş olmamış. Bunun da, yazarın Bin Hüzünlü Haz kitabındaki gibi, okurların baskı hatası olarak değerlendirdiği ama mizanpaj ve yazımın yazarın kendi tercihi olduğu açıklamasına bağlanacağını hiç sanmıyorum.