Sarıkamışlı Cevher Bican dayısının vasıtasıyla İstanbul’a göç eder ve bir fabrikada işe girer. Taşra insanı olan Bican, tıpkı kendisi gibi bir grup işçiyle demir döküm fabrikasını gezerken hayretler içerisinde kalır. Oysa o amelelik yapmayı burada, cehennem gibi bir sıcaklığa sahip fabrika içinde don gömlek çalışmaya tercih ederdi. Ama dayısının tavsiye ettiği iş buydu ve dediğine göre bir yıla kalmadan Bican burada ustabaşı olurdu.
Cevher Bican’la beraber işe başlayanlardan biri de Seydali’dir. Siirtli olan Seydali dinine oldukça düşkün olan saf bir insandır. Onu en çok zorlayan şeylerden biri fabrikada don gömlek çalışmak zorunda kalmasıdır. Ne var ki Seydali’nin donu dizlerinin altına kadar inmektedir. Karadenizli olan ustabaşı Derviş Usta Seydali’nin donunu baldır bölgesinden zorla kısaltır. Bu sırada Seydali utançtan yerin dibine girer. Fakat ekmek parasını kazanmak için bu utanca katlanmaya mecburdur. Seydali Derviş Usta’dan gizli olarak namaz kılmaktadır. Derviş Usta Seydali’yi işin başında göremeyince daha ilk günden Siirtli bu adamın işten kaytardığını düşünür. Arkadaşlarından tuvalete gitme bahanesiyle izin aldığı için Seydali ustabaşı tarafından tuvaletlerde aranır. Tuvaletlerin yanında yer alan soyunma odasında namaza durduğunu gören Derviş Usta’nın ise bu manzara karşısında içi erir. Siirtliye acır ama bu durumu patrona nasıl söyleyeceğini de düşünür. Sonra durumu idare etmeye karar verir.
İşçiler gecekondu mahallelerinde yaşamaktadır. Bu büyük şehre alışmaları zordur. Her fırsatta alışmış oldukları taşra memleketlerini ararlar. Kimisi saksıda çiçek yetiştirir kimisi ise kendilerini uçsuz bucaksız kırlara, soğuk dere sularına ve tertemiz atmosfere götüren hayallere dalar.
Gecekondu sakinlerinden bir grup ise Kemahlıdır. Tarıma elverişsiz olan Kemahtan gelenler hemşerilik bağlarına dayanarak arsa alıp ev inşa etmeye başlamışlar, hatta bu işi epey ilerletmişlerdir. Kemahlıların bu durumu pek çok gecekondu sakininin hayalidir: Bir gün ev sahibi olmak ve zenginleşmek…
Cevher Bican, işçi bir arkadaşının iş kazası sonucu ölümüne şahit olur ve bundan oldukça etkilenir. Bir başka gün ise Seydali ile birlikte paydos vakti otururken bazılarının fabrika duvarına birtakım şeyler yazdıklarını görür. Ardından grev başlar. İnsanların birbirine gireceklerini anlayan Seydali oradan uzaklaşmayı teklif etse de Bican bu olayın kendileriyle alakalı olmadığını, kavgayı izlemenin tehlikesiz olduğunu ifade eder. Yine de her ikisi de çıkan çatışmada iyi bir dayak yer ve kendilerini hastanede bulurlar. Üstelik polise saldırmakla suçlanmaktadırlar. Bu işten bir şekilde sıyrılırlar.
Bican dayısının ailesiyle yaşamakta, onun oğullarıyla vakit geçirmektedir. Dayısının oğlu Bican’ı zorla denize götürür. Yanında sevgilisi de vardır. Bican ise taşralı saflığıyla kadınların nasıl utanmadan böyle çırılçıplak gezebildiğine şaşar. Onu şaşırtan yalnız kadınların hayasızlığı değildir; büyük binalar, yoğun trafik, insan seli de Bican için hayli ilginçtir.
Aradan yıllar geçer. Seydali fabrikada rahatsızlanmış ve işi bırakmak zorunda kalmıştır. Seyyar satıcılık yaparak karpuz satan Seydali namaz kılmak üzere camiye gider ve arabasını da cami duvarına yaslar. Nefis işte, namazdayken bile arada bir arabayı gözüyle kontrol etmekten kendini alamaz. Tam namaz esnasında zabıtalar arabanın başına toplanmasın mı? Seydali’yi bir heyecan sarmıştır. Karpuzlardan vazgeçmiştir ama arabaya bir şey olmasını istemez. Namaz bitip de camiden çıkınca yerde kırılmış iki karpuz görür. Arabayı götürmüşlerdir. Seydali yolda perişan bir şekilde yürürken birden bir kalabalığa rast gelir. Yürüyüş yapan kalabalıkta Cevher Bican da bulunmaktadır. Bican’ın elinde ise “Bütün işçiler birleşiniz” yazan bir bayrak bulunur. Seydali durumunu Bican’a anlatır. Bican kendilerinin işçi ve güçlü olduklarını, Seydali’nin arabasını geri alacaklarını söyler. Ondan kendilerine katılmalarını ister. Seydali ise komünistlerden uzak durmak ve yöneticilere itaat etmek gerektiğini, en son böyle bir olaya şahit olduklarında başlarına neler geldiğini hatırlatır. Bican ise artık güçlü olduklarını ve zafer kazanacaklarını belirtir. O sırada çatışma çıkar. Bir kurşun Bican’ın beynine isabet eder. Bican, Seydali’nin kucağında can verir.
Hikâye köyden kente göçün, gecekondulaşmanın, hemşerilik müessesesinin yükselişinin ve sol fikirlerin Türkiye’de yerleştiği ve zirve yaptığı bir dönemin hikâyesidir. Yazar göçün mantığını, insanların çaresizliğini, saf Anadolu çocuğunun kısa zamanda nasıl da sol fikirlere kendini adayabildiklerini satır aralarında anlatır. Yazar sağcı olmasına rağmen ne kendi fikrini empoze eder ne de sol fikirleri eleştirir. Onun parmak basmak istediği nokta özünde iyi olan insanların türlü çaresizlikler karşısında nasıl değiştikleridir. İnsanca yaşamak herkesin hakkıdır ve bu hakkın elde edilemediği durumlarda insanlar mecburen değişmekte ve hakkını aramak için farklı yollara başvurabilmektedir. Sarıkamış’ın saf çocuğu komünist olabilmekte ya da dinine düşkün olup emir sahiplerine itaat etmeyi benimseyen Seydali kanunları çiğneyip seyyar satıcılık yapabilmektedir. İstanbul’un gecekondu muhitlerinde ve işçi çevrelerinde insanları yasal sınırlar dışına çıkaran temel husus imkansızlıklar ve zorluklardan başka bir şey değildir.