İstanbul boğazına yakın bir mahallede, eski ahşap bir evde yaşayan bir postacı vardır. Eşinden boşanmıştır, çocuğu yoktur. Akrabası, kimi kimsesi de kalmadığı için tek başına yaşar. Arada mahallenin kahvehanesine gider, gazete okuyup bulmaca çözer. Televizyonla arası yoktur, radyo dinler, musikiyle ilgilenir. Ayrıca amatör bir pul koleksiyoncusudur. Bir gün köydeki amcası ona bir mektup yazar ve postacıyı köye davet eder. Niyeti onu genç ve güzel bir kızla evlendirmektir. Postacı önce kızı bir görmek ister. Hoşuna gidince de usulünce başlık parasını verip bu kızla evlenir. Kızı sevmiştir fakat onunla yatmaya gönlü el vermez. Böylesine güzel, böylesine genç bir kızı kirletmek ona kötü bir şeymiş gibi gözükür. Kız da bu durumdan hoşnuttur. Adam kızın yüzüne bakıp mutlu olur, onun kucağına yatar ve eşini uzun uzun izler. Yatakta ise sanki kardeşmişçesine davranır. Dışarıdan el ayak da çekmiştir postacı. Kızın ise gönlünde gizli bir sevdiği vardır. Bir gün köyden tanıdığı bir akrabası ve onun eşi eve misafir gelirler. Akrabanın eşi genç kızın yakın bir arkadaşıdır. Bu kadından sevgilisinin o sıralarda İstanbul’da olduğunu ve minibüs şoförlüğü yaptığını öğrenir. Onun vasıtasıyla sevgilisine bir mektup gönderir. Mektupta hâlâ bakire olduğunu, gelip kendisini kaçırmasını söyler. Bir gün postacı eve geldiğinde eşini bulamaz. Terk edildiğini anlar. Adeta Mecnun’a döner. Onu bu durumdan bir balıkçı arkadaşı kurtarır. Kahveci ise eve yemek gönderir. Çok geçmeden postacı eski hâline kavuşur gibi olur. O civarlardaki bir konağa her hafta mektup götüren postacı, evin hanımı tarafından bazen çay kahve içmeye davet edilir. Mektuplar Almanya’dan Ahmet Ferit İlkeli Bey tarafından eşi İncilâ Hanım’a gönderilir. Tüm mektuplarda ise menekşeli pullar bulunur. Postacı bu mektuplarda ne yazdığını içten içe merak eder. Çok geçmeden de meselenin aslını İncilâ’nın annesinden ve kahveciden öğrenir. Türkiye’de bir ilaç şirketi kurup bu şirketi batıran Ahmet Ferit Bey Almanya’ya bir ilaç fabrikasıyla anlaşmak üzere gider ve eşine her hafta mektup göndermeye başlar. Ahmet Bey’in Almanya’da kaldığı süre ise ilginç bir biçimde uzar. Ahmet Bey hiç aksatmadan mektup yazsa da bir defa olsun eşini telefonla aramaz. Postacı ise içten içe İncilâ Hanım’ı beğenmektedir. Bir gün, konağın bahçesinde gönüllü olarak bahçıvanlık yapmayı teklif eder. Bu teklifi kabul edilir. Postacı, İncilâ Hanım’ın annesiyle iyi geçinse de İncilâ Hanım’ın durumu pek iyi değildir. Hatta bir ara postacıyı kocası zanneder. Postacı, İncilâ Hanım’ın annesine zavallı kadının psikoloğa gitmesi gerektiğini bildirir. Kendisi ise amcasının Almanya’da oturan oğlunu ziyaret etmek, aynı zamanda Ahmet Bey’i görüp bu aile meselesini halletmek ister. Ahmet Bey’den gelen mektupların üzerinde bulunan adrese gittiğinde ise Ahmet Bey’i bulamaz. Ahmet Bey’in evinin yan tarafında yaşlı bir Alman oturmaktadır. Ona misafir olur ve Ahmet Bey’in nerede olduğunu sorar. Yaşlı kadın, genç bir hizmetçisinin olduğunu ve bu hizmetçinin uzun zamandan beri Ahmet Bey’le birlikte bulunduğunu; nihayet Ahmet Bey ile hizmetçinin beraberce kaçtığını anlatır. Postacı, gelen mektuplardaki yazının değiştiğini hatırlar ama mektupta Ahmet Bey elinin kırıldığını ve bu sebeple mektubu başkasının yazdığını belirtmektedir. Yaşlı Alman kadın bunun kendisi tarafından uydurulduğunu, zamanında kendisinin de kocası tarafından terk edildiğini, hâlâ kocasını beklediğini, bundan dolayı İncilâ Hanım ile empati kurduğunu, kadın üzülmesin diye böyle bir yola başvurduğunu anlatır. Kanser hastası olduğunu ve yakında öleceğini de ekler. Ahmet Bey Almanya’dan kalbi kırık eve döner. Oradan gelen mektuplar da kesilir. Anlar ki yaşlı Alman kadın ölmüştür. Artık İncilâ Hanım’ın evine gitmek için bahanesi de yoktur. Bir gün aniden kendisini terk eden genç karısı gözlerinin altı mosmor ve dayak yemiş bir hâlde kapıda belirir. Hikâye böylece sonlanır.
Yazar, bu uzun hikâyede olayların ana hatlarını çarpıcı bir biçimde vermekle yetinir ve ayrıntılara boğulmaz. Hikâye, en can alıcı noktalardan özellikle bahseder bu yüzden tarifsiz biçimde duygu doludur. Nostalji, yalnızlık, aşk, yasak aşk, terk edilmişlik ve hasret gibi duygular belirgin bir biçimde okuyucuya hissettirilir. Yazar, Orta Çağ yazarları gibi okuyucuyu karşısına alır ve ona zaman zaman hitap eder. Anlattığı hikâyeyi de bir meta gibi önüne koyar ve birkaç yerde bu hikâyenin gidişatını, yazarın olaylara hakimiyetini ve olayların sebep-sonuç ilişkilerini sorgular. Nihayetinde okuyucunun elinde, hikâye bittikten sonra hoş, hüzünlü ve keskin bir duygu kalır. Bu duygu, hikâyenin daha uzun bir zaman hatırlanmasını sağlayacak ve hikâyeye eşlik edecektir.