1961-1974 yılları arası bir dönemde, Mardin’de, birbirinden ırmakla ayrılan Müslüman ve Ezidi köylerinde yaşayan iki genç, Mahmud ile Yezida. Ezidi köyünün ağası Deli Miro’nun güzeller güzeli kızı Yezida ve Müslüman köyünün ileri gelenlerinden olan babasını on iki yıl önce kaybetmiş Mahmud, birbirini ilk kez kırk gün önce ırmak kenarında görmüştür. Mahmud içine kimsenin girmeye cesaret edemeyeceği ırmağı geçip her gün Dilek Ağacının altında sevdiğiyle buluşmakta, her buluşmada da genç kadının saçlarının birer tutamını örmektedir. Kırkıncı gün bu firkattan yorulmuş olan Mahmud, Yezida’ya kaçmayı teklif eder. Ancak Yezida kaçarsa babasının bir Müslümana kaçan kız kardeşini öldürdüğü gibi onu da öldüreceğini, bu işin bir kan davasına dönüşeceğini, ölmezse bile Mahmud’un hiçbir yakınının Ezidi bir gelini kabul etmeyeceğini bildiğinden temkinlidir ve sevdalısından biraz süre ister. Hazır olduğunda ağaca yeşil bir dilek mendili bağlayacaktır.
Mahmud’un ağabeyi Kebik ile Havas Ağa’nın yeğeni Nirvan’ın, kaymakam, jandarma komutanı, defterdar, mal müdürü ile onların eşlerinin ve köyün ileri gelenlerinin de katıldığı ihtişamlı düğününde oynanan Yezidi Taşlama Oyunu, Yezida’nın endişelerinde ne kadar haklı olduğunu göstermektedir. Yapılan koşu yarışmasında birinci olanın ağadan isteği kaymakam ile Havas Ağa arasında gerginlik yaratır. Havas Ağa, Yezidi köyünün arkasındaki bataklığı pirinç tarlasına çevirme fikrini defterdar ve mal müdürüyle konuşmuş, her şeyi kitabına uydurup yasaları ardına alarak bir an önce eyleme geçmek istemektedir. Kaymakam ise Ezidiler için Müslüman tehlikesine karşı kale görevi gören bataklığın kurutulmasının eski köy baskınlarında bütün dedeleri kesilmiş, diri diri gömülmüş, kız kardeşi kaçırılmış olan Miro Ağa’yla bir kan davasına dönüşeceğini düşünmektedir. Ancak Toprak Reformu yüzünden huzursuzlanan köylünün kendisini saymayacağından korkan Havas Ağa bu işi gerçekleştirmekte kararlıdır. Havas Ağa’nın adamları Yezida’yı köyün delisi için kaçırmayı, bu sayede peşlerinden gelen Ezidileri diğer Müslüman köylerle birleşerek yok etmeyi önerir. Kâhya ise bir seher vakti Ezidilerin köyünü çember içine alıp bataklık kurutulana kadar çemberi silmezler, bataklık kurutulup da çemberi silince de ellerindeki tapuyu jandarmaya gösterip Ezidilerin arazilerinde topraklarını ekip biçmeye izin vermediklerini söyleyip onları jandarmayla karşı karşıya getirirlerse bu işten kan dökmeden sıyrılabileceklerini söyler. Bu fikir Havas Ağa’nın aklına yatar. Mahmud’un sabahın erken saatlerinde ucuna alçılı bir bez bağladıkları sırıklarla Miro Ağa’nın köyünü çember içine alan köylülerin arasına karışmadığını fark eden Havas Ağa, Kebik’i yanına çağırtarak bu durumun nedenini öğrenmeye çalışır. Aynı zamanda Mahmud’u, bataklığın öte yanında toprakları olan Teyfo Ağa’nın tek kızı Güllüşan’la evlendirerek ileride Teyfo Ağa’nın mahsullerden hak iddia etmesini önlemek istemektedir. Kebik, bu teklifi kardeşine ilettiğinde Mahmud’un büyük bir direnişiyle karşılaşır.
Bataklığı kurutmak için köye giren iş makinelerinin canhıraş çalıştığı üçüncü gün çember silinir ve Ezidilerden gelebilecek saldırıya hazır olmak için nöbet bekleyen tüfekliler gecenin karanlığında Mahmud’a benzettikleri bir gölge görüp işkillenerek annesi Eyşan’a haber verirler. Ertesi akşama kadar her yerde aranan Mahmud’un cesedi tüfekliler tarafından bulunup köyüne getirilir. Dilek ağacına yeşil bir dilek mendili bağlarken Ezidiler tarafından yakalanıp sağ eli kesilen Mahmud, ardından tüfeklerle delik deşik edilmiştir. Kesilen el ise aşiret mızrağına geçirilerek hudut diye toprağa çakılmış ve bu hududu geçenin öldürüleceği duyurulmuştur. Olanları duyan Yezida yeşil dilek mendilini boynuna bağlayıp hala toprakta taptaze duran sevdiğinin kanını alnına sürerek kendini dilek ağacının çevresinde çembere alır ve saçındaki ilk örüğünü çözer. Kırkıncı gün son örüğünü de çözerek sevdiğine kavuşmayı planlayan genç kadını ne annesi Raşa Ana’nın yalvarmaları ne dokuz erkek kardeşinin tehditleri ne de çevre il ve ilçelerden gelen Ezidi şeyhlerinin ricaları çemberi silmeye ikna edebilir. Yezida’nın, oğlunun sevdalısını yakından görmek için ölmeyi göze alan Eyşan Ana’dan tek istediği naaşının Mahmud’un yanına gömülmesidir. Kırkıncı gün son örüğünü çözmesinin ardından ölüme giden Yezida’nın ardından yakılan ağıtlara bataklığın kurutulduğu haberi karışır. Dilek ağacı da artık hiçbir sevdalıya umut sağlamayacak şekilde kuruyup gitmiştir.
Murathan Mungan, Paranın Cinleri adlı eserinde Mahmut ile Yezida’nın kaynağını şu şekilde anlatır: "Babamın iş gezilerinden birinde, yoldan geçerken arabanın penceresinden gördüğüm bir manzarayı yıllar bana hiç unutturmadı. Çevresine bir daire çizilen adam etrafını kuşatan bir kalabalık tarafından sürekli taşlanıyor, adamsa o dairenin dışına çıkamıyordu. Adamın Yezidi olduğu söylendi. Bir azınlık toplumu olduklarını, şeytana taptıklarını, inançlarına göre tavuskuşunun ve dairenin kutsal olduğunu, bu yüzden çizilen daire silinmeden içindekinin dışına çıkamadığını öğrendim…Yıllar sonra ilk oyunum Mahmud ile Yezida’yı yazarken belki de dramatik sanatların temel metaforunu bulmuştum. Daire, çizen için bir komediydi. Dairenin dışındaydı. Saçma bulduğu bir inancı silah olarak kullanıp inananı teslim alabiliyordu. Bu, ona bir iktidar sağlıyordu. Dairenin içindeki içinse bir dramdı. Tutsak ediliyordu. Yazgısını ötekinin insafına terk ediyordu. Ya kişi daireyi kendi eliyle, kendi çevresine çiziyorsa… İşte bu bir trajediydi. Seçiminin içerdiği sonu yaşayacaktı”. Yazarın on dört yıllık bir içselleştirmeden sonra yöresellik, şiirsellik ve trajik öğelerle destekleyerek 15-20 gün içinde yazıya döktüğü Mezopotamya Üçlemesinin bu ilk oyunu, Mungan’ın aynı zamanda kaleme aldığı ilk eser olmasına rağmen kısa sürede Türk tiyatrosunun önemli oyunları arasına girmiştir. 1978 Türkiye İş Bankası Tiyatro Oyunu ikincilik ödülü de alan oyun, yurt içinde ve dışında defalarca oynanmıştır. 1982’de Memduh Ün tarafından sinemaya uyarlanmak istenen eser, Film Senaryolarının Denetlenmesi Hakkında Tüzüğün 18. Maddesinin (C) bendinde “ihtiva ettiği mevzu, memleketimizde yaşayan Müslümanlarla Yezidiler arasında düşmanlık ve huzursuzluk olmasına yol açacağı” uyarınca oybirliğiyle reddedilmiştir.