Yıl 1919. İzmir, Yunan ordusu tarafından işgal edilmiş, İtilaf devletlerinin baskı ve kontrolü altındaki İstanbul’da sadece kendilerine emniyet ve kurtuluş yolu arayan İstanbul hükümetine rağmen Mustafa Kemal 9. Ordu Müfettişi unvanıyla Samsun’a ayak basarak milli mücadelenin ilk adımlarını atmıştır. Maydos’ta emir subaylığını yaptığı, 7. Orduda komutası altında savaştığı Mustafa Kemal’in İstanbul’da kalmasını ve direnişin örgütlenmesine yardımcı olmasını bizzat istediği Mondros Ateşkes Antlaşması sonucu terhis edilmiş Binbaşı Ferid, Teşkilat-ı Mahsusa’nın son lideri Hüsamettin (Ertürk) Beyin kurduğu Mim Mim Grubuna katılmıştır. Tanışır tanışmaz nefret ettiği Dahiliye Nazarlığından Yenibahçeli Rıza Muhiddin’den ve mabeynde kâtip olan eniştesi Bayraktarzade Haluk Beyden öğrendikleriyle direnişe katkı sağladığını bilmesine rağmen İstanbul’daki hayatı gördükçe (adeta leitmotiv olarak tekrarladığı) “Bunlar için mi çalışıyoruz” sorusu gece-gündüz peşini bırakmaz. Peşini bırakmayan bir diğer şey de Birüssebi’de komutası altında şehit düşen Mülazım İhsan’ın dul eşi Ruhsar Hanımın mavi gözleridir. Kız kardeşi Hayrünnisa ise onu Paris’in önceki sefir-i kebiri Refii Satvet Efendinin kardeşi Gülistan’a uygun görmektedir. Binbaşı Ferid, Fransız ve İngiliz zabitlerle yakın ilişkileri olan, Mecmua-yı Nisvan’da yayınladığı yazılarla manda yönetimini savunan, eroin bağımlısı bu alafranga kadının cinsel cazibesine kapılmasına rağmen ondan uzak durmak istemektedir fakat İrtibat Zabiti Doktor Hayrullah’ın isteğiyle bilgi sızdırmak için duruma katlanmak zorunda kalır. Gülistan Satvet’in, İmparatorluktan kapacakları aslan payını arttırmak için birbirlerini ezenlerden ve kurtuluşun “büyük” devletlerin himayesiyle mümkün olacağını söyleyen aristokrasi sınıfından oluşan çevresinde hepsinden farklı bir isim vardır: Arman Pandikyan. İngiliz işgal kuvvetlerinde tercüman olarak çalıştığı halde ülkesine gönül borcu duyan bu Ermeni, elde ettiği bilgileri Mim Mim’e iletmekte, Kuvay-i Milliyecilerin İstanbul’dan kaçırdıkları cephanenin Anadolu’ya ulaşması için elinden geleni yapmaktadır. Bütün bunların yanında Binbaşı Ferid’e, aralarına aldıkları Yenibahçeli Rıza Muhiddin’inin muhbir olduğunu söyleyerek yaşadığı topraklara ihanet edenlerden olmadığını bir kere daha ispat etmiştir.
Tüm bunlardan kırk bir yıl sonra genç Türkiye Cumhuriyeti ilk askeri darbesini yaşamış, tam bir “aksiyon nesli”, “seferberlik kuşağı” adamı olan Emekli Miralay Ferid 27 Mayıs’ı bir devrim olarak karşılamıştır. Hatta 2 Temmuz günü İstanbul’a gelen Devlet ve Hükümet Başkanı Orgeneral Cemal Gürsel’i karşılamak için saatlerce sıcağının alnında beklemiş, iki aydır ordunun aldığı her karardan kendisi sorumluymuş gibi hareket etmiştir. Tüm bu stresin üzerine Hayrünnisa’nın Keçecizade Yalısını kızı Suat’a değil de sevgilisi Nadejda’ya bırakmak istediğini öğrenmesi de aniden gelişen enfarktüsün sebeplerinden biri olmuştur. Yenibahçeli Rıza Muhiddin’in üvey kızı olan Kardiyolog Sevim Merdoğlu’nun oldukça sıkı tuttuğu tedbirler nedeniyle yatağından çıkamayan Miralay Ferid bu süreçte geçmişi ile hesaplaşmaya girişir. Ölümün, babası ve orduda bazı arkadaşları gibi şehitlikle değil bayağı bir hastalıktan olacağı duygusuyla kahrolurken bile memleket haberlerini gizli gizli öğrenmeyi ihmal etmez. Ölmeden önce Maviş Hanım diye seslendiği eşi Ruhsar’a büyük sırrını açıklamak istemektedir ancak amacına ulaşamaz. Üçüncü krizin ardından aklından geçen şu düşüncelerle ölüme gider: “…cahillik devrimizin eşekliklerini saymazsak, neye yaradı bu ömür? Pelerinini savurta savurta, dünya sahnesinden dört nala geçip giden, bir deli süvari daha mı? Yoksa, harp ateşiyle sevda ateşi arasında kalmış, memleketini ve saadetini kurtarayım derken, vicdan azabı belasına uğramış bir garip inkılapçı mı? Hesap kitap, sevabımıza besbelli, sırtlan payını kabul etmeyişimiz yazılacaktır. Lakin edemezdik, edersek ecdadın yüzüne bakamazdık. Ola ki uğradığı kaybı unutturmak gayretiyle Maviş Hanım’a yaşattığımız asude ömür de defterin sevap hanesine geçer. Günahlarımızın icmaline gelince, ben tutamam, vallahi tutamam, takatim yetmez: Hamsîn Vahası’nda Mülâzım İhsan’ı kurtarmaya şitap etmeyerek, delik deşik olmasına göz yummamızla başlayıp, öyle uzun bir silsile teşkil eder ki…”
Aynanın İçindekiler serisinin ikinci romanı olan Sırtlan Payı’nda siyasi ve iktisadi bağımsızlığını kaybetmiş bir ülkenin dağılışına ve yeniden kuruluşuna şahit olan bir kuşağın temsilcilerinden Ferid adlı kurgusal karakterin gözünden aynı yola doğru gitmekte olan genç bir ülkenin durumunu izleriz. İlhan bu benzerliği gazete haberleri, duyurular ve belgelerle destekleyerek sunar. İlk kez 1974 yılında yayımlanan eser 1975 yılında Yunus Nadi Roman Armağanını kazanmıştır.