Ölmeye çok yaklaşmış, insanlardan hep şu sözü duyarız. ”Hayat bir film şeridi gibi gözlerimin önünden geçti” … Adalet Ağaoğlu’nun Ölmeye Yatmak romanında bir otel odasında ölmeye hazırlanan Aysel, Cumhuriyet Dönemi aydınlarının yüklendiği misyonun ağırlığı altında ezilmiş ve bireysel alt kimliğini ile bağdaştıramadığı dayatma yaşam biçimini adeta mercek altına almıştır. Ömrü boyunca varlık mücadelesi verip, vazifesine adandığından benliğini görmezden gelen Aysel, bir görevi sürekli yapan, sanayi devrimi insanları gibi işine ve kendisine yabancılaşmıştır. Hayat yolculuğu dayatmalarla geçen insanların görevlerine adanmışlıkları sırasında gözleri hiçbir şeyi görmez. Bir şeylerin ters gitmeye başladığını ancak ruhların zamanla biriktirdikleri gün yüzüne çıkmaya başladığında anlamaya başlarlar. Bu kimileri için bir nehir taşması kimileri için bir volkan patlaması şeklinde kendini gösterebilir. Benlik kendi için yaşamak ister. Bastırıldıkça şiddetlenme isteği bundan kaynaklanır. Aysel, kendini bulmaya giden yolun başının; aslında yolun sonunda başladığını bilmektedir. Bu nedenle, kendisi ile yüzleşmek için ölümü seçer. Kitabı özellikle 1930-40 ‘lı yılların Türkiyesi’nin sosyolojik ve psikolojik yapısı hakkında genişletilmiş bir vizyon sunduğu için beğendim. Bende çok farklı bir bakış açısı geliştirdiğini belirtmeliyim. Cumhuriyet devriminin sonrasında, yüzyıllarca kendi içine kapanarak yaşamış, bir ülkenin ATATÜRK sayesinde dünyanın gelişmelerine ayak uydurma çabasını, doğduğundan beri kör olan birinin birden bire ışık ile buluşmasına benzettim. Türk toplumunun yaşadığı travmayı anlamaya çalıştım.
Ölmeye Yatmak romanı, Aysel’in bir otelin on altıncı katında, perdeleri sımsıkı kapatılmış, ışıkların tamamı söndürülmüş odasında çırılçıplak soyunarak ölmek için yatağa girişiyle başlar. Bu noktadan sonra geriye dönüşlerle Aysel’i ölmeye yatıran süreç anlatılır. Eserde ilk geriye dönüş, okul müsameresinde canlandırılan bir oyun ile başlar. Romanın hemen başında sahnelenen bu oyun oldukça dikkat çekicidir. Adeta sahnede sergilenen oyun, rol alan kişilerin gelecekteki hallerinin bir provasıdır… Bir Anadolu kasabasında, bir değerler karmaşasını oluşturan izleyiciler önünde çağdaş ya da batılı bir müsamerede rollerini oynamaya çabalayan çocukların, Cumhuriyet kuşağının, hayat boyu oynayacağı diğer rolleri de anlatır. O müsamere gerçekte romanın yapısal ve zihinsel kurgusunu oluşturur. Yapay ve zorunlu kişilikleriyle sahnede koşuşturan çocukların nasıl büyüdükçe zorunlu kişiliklere hapsolunacağının simgesel bir ön oyunudur Dündar öğretmenin müsameresi. Aysel’in kentli bir memur kadını temsil ettiği piyeste ayağında, yürürken durabilsin diye içleri bezle doldurulmuş, beli kırık ayakkabılar vardır ve ipek çorapların üzerine de kalın yün kısa çoraplar giydirilmiştir. Bu kostüm Aysel’in üzerine geçirilen bir kalıp gibi tüm aksaklıklarla birlikte geri kalan ömründe de üzerinde kalmaya devam edecektir. Müsamerede ortaya konan bir diğer oyunsa polka’dır. Rejimin sadık öğretmeni Dündar’ın batıya daha geniş bir pencere açmak olarak gördüğü ve kızlarla erkeklerin birbirlerine sarılarak oynadıkları “polka”, geleneği temsil eden anne ve babalar içinse namuslarının kirlenmesinin işaretidir. “Seyirciler arasındaki eşraf ve esnaf babalar, polka ve rondo ile kirlenen namuslarını örtbas etmek için durmadan öksürüyor, kafalardaki bütün sıkıcı düşünceleri kovalamak için gerekli gereksiz gülüyorlardı” (s.14). Bu oyun çocuklar için de yabancı ve oynamaktan çekinilen bir dramatizasyonudur. Aysel, babasının gelmeyişine önce çok üzülmüş ve hayıflanmış olsa da annesiyle babasının müsamereye gelmemelerine sevinir. Aysel, gelenekten ayrılmanın ve modernizme yönelişin sonucunda ileride baş gösterecek olan çatışmanın ilk tecrübesini de yine bu sahnede yaşar. Aysel, Anadolu’nun küçük bir kasabasında düşük gelirli bir ailenin kızıdır. Babası bakkaldır. Aysel, aile bireylerinin sindirildiği yalnız babanın egemen güç olarak var olduğu bir aile ortamında yetişmektedir. Kişinin bir birey olarak kendisini oluşturmaya başladığı ve hayatının geri kalanında sahip olacağı kişilik özelliklerinin şekilleneceği bir dönemde gördüğü bu baskı, onun kişiliğinde kendisine güvensizliğin ve korkunun temellerinin atılmasına neden olur.
Aysel’in babası Salim Efendi, Dündar öğretmenin ve kaymakamın zorlamasıyla ilkokulun ardından kızını Ankara’ya eğitim için gönderir. Burada Aysel baskıdan uzak ve rahat yaşayacağını düşünür. Ancak Ankara’da yanlarında kaldıkları eniştesi ve teyzesiyle birlikte gittikleri bir toplantıda hiç de böyle olmayacağını anlar. Toplantının Aysel’in gözüyle anlatımı aynı zamanda onun modernleşme algısını ortaya koymaktadır: “Bütün herkes kız demeden, erkek demeden orta yere çıkıp ikişer ikişer birbirlerine sarıldılar, döndüler. Bizim orda müsamerede oynadığımız oyunlardan çok daha samimi. Sen ne düşünürsün bilmem, ama bence, ben çok uygar buldum. (…) Fakat eniştem, yanımıza gelip de beni dans etmeye çağıran kırmızı saçlı bir oğlanı azarlayınca, çok utandım”( s. 71). Aysel’in Ankara’da gittiği okuldaki arkadaşlarıyla arasında daima bir soğukluk ve uzaklık olur. Okuldaki arkadaşlarının genellikle memur ailelerin çocukları oluşu onlarla ister istemez arasında bir fark olmasına ve onlar tarafından dışlanmasına neden olur; bu durum onu yalnızlaştırır. Okulda yalnızca arkadaşları tarafından değil öğretmenleri tarafından da yalnızlığa itilir. Yalnız kalışının sebebini ise geleneksel olan giyimine bağlar. Geleneksel olana kini ve öfkesi, bu dönemde oluşur. “Herkesin önlükleri dizinin üstünde, benimki dizimin altında. Herkesin saçları kısa, benimki hala bildiğin gibi iki örgü” (s. 88-89). Okuldaki bu dışlanmışlığın üzerine bir de babasının muhtekir olduğu iddiası üzerine Aysel çevresinden tamamen koparak büsbütün yalnızlaşır. Babasını ayıpladığını hissettiği eniştesine bile bu konuyla alakalı tek bir şey soramaz. Aysel gittikçe büyük bir yalnızlığın içerisine sürüklenir. Babası on gün hapis yatar ve artık kasabada duramayarak o da Ankara’ya yerleşir ve Aysel’in sıkıntıları artarak devam eder. Abisi de Aysel üzerinde baskı yapmaya; okuduklarına karşı çıkmaya başlar. Aysel, abisiyle yaşadığı tartışmaların birisinin ardından ağlamaya başlar; annesi ise susmasını ve babasına böyle görünmemesini söyler. Aksi halde babası tarafından kendisinin bir sevdiği olduğu zannedileceğini ifade eder. Bunun üzerine Aysel bir anda susar. “Babasının aklına getirmemek gerek; ne büyüdüğünü ne de hala okumakta olduğunu. Bir bardak su istedi mi, hemen fırlayıp vermeli. Ders çalışıyorum falan dememeli.(s.197)
Artık Aysel için evde kendisini unutturma çabası başlar. Zaten evde kendine ait bir benliğinden söz etmek mümkün değilken artık somut olarak da ortada görünmemeye çalışır. Bu durum Aysel’i daha da yalnızlaştırır ve içine hapseder. Aysel, bu kadar baskı ve yalnızlığın içerisinde kendisini gizlice var etme uğraşı içerisine girer. Çevresinde kendisine yardım edecek destek olacak hiç kimseyi bulamaz. Yaptıklarının ve yaşadıklarının gerçekten kendi istek ve arzusu olmadığını düşünen Aysel, kendisini var etmek için dışarıdan bir objeye bir ideale sarılır. İçsel boşluk ve yetersizlik duygusunu yenmek için tüm insansal niteliklerini, sevgisini, zekâsını, cesaretini yansıtacağı bir obje arar. Bu objeye boyun eğerek kendi nitelikleriyle ilişkide olduğunu duyar Bu ideal Türkiye’yi uygar medeniyetler seviyesine ulaştırmak idealidir. Aysel de kendisine bu ideali seçer; varlığını kanıtlamak ve var olmak için bu yolu tutar ve “Türkiye’yi uygar medeniyetler seviyesine yükseltecek” görünüş ve çabada olmayan hiçbir şey ve hiçbir kimseyle ilgilenmez. Aysel, tek bir noktaya kilitlenir ve kendisini bu idealden uzaklaştıracak her şeye karşı içinde bir uzaklık duyar. Abisinin babasıyla tartışarak evden ayrılmasının ardından hamile olan annesinin “Ah kızım, nereye gitti abin? Böyle bir günümde ne yaparım şimdi ben?” (s.214) demesi ilk kez Aysel’e bir şeyin sorulması, evin içerisinde ilk kez fikri alınması anlamına geldiğini hissettirir. Kendisine gösterilen saygının ve birey olarak tanınmasının bu kadarı bile ona büyük güven verir. “Ben getiririm onu?” diye karşılık veren Aysel “Artık kendine güveni olan kocaman bir kadındır.” (s.214) Bu güven ve büyümüşlük annesinin “Ne olsa tek oğlumuz. Tek umudumuz” (s. 214) sözleriyle Aysel‟i yeniden evdeki silinmişliğine ve yokluğuna iter, içinde onarılmaz kırıklar oluşturur. “Yeniden evin kıyıda köşede unutulmuş eşyası olduğu” (s. 215) duygusunu yaşamaya başlar. Çevresi tarafından birey olarak tanınmayışının ve bu durumun ortaya çıkardığı yalnızlığın içerisinde arkadaşı; içini dökebildiği ya da karşısında gerçekten varlığının farkına varabildiği tek arkadaşı Behire’dir. Kütahya’da bir hastanede hemşire olarak çalışan Behre’ye yazdığı mektuplardan birisinde evlerine gelen bir akrabasının kendisine Nazım Hikmet’in şiirlerini getirdiğinden ve onun iyi bir şair olduğundan bahseder. Behire ise Nazım Hikmet’ten iyi bir şair olarak bahseden Aysel’e çok kızar ve mektubunda sert bir şekilde yırtar. Aysel tek arkadaşı olan Behire’yi böylece kaybeder. Babasının ölümünün ardından annesinin Aysel’e ve kardeşine karşı tavırları yumuşar. Aysel, babasının ölümüyle üzerinde en fazla baskısını hissettiği otoriteden adeta kurtulur; bir miktar da olsa özgürleşir. Aysel, Paris’e giderek eğitimini tamamladıktan sonra bir akademisyen olarak Ankara’da çalışmaya başlar. Kendisi gibi akademisyen olan Ömer’le de evlenir fakat düzenli ve rahat bir hayata sahip görünen Aysel’i huzursuz eden nedenler bitmez. O yaşamının kendisine dayattığı her şeyden uzak kalmak, kendisi olmak istemektedir. Hayatı boyunca bu yoksunluğu yaşar ve kendi olma çabasına rağmen başaramaz. Aysel, hayatı boyunca düşünmeden, eleştirmeden, sorgulamadan kendisinden istenileni yapmıştır. Müsamere salonunda kendisine giydirilen “kentli memure” rolünü isteyip istemediğine bakılmaksızın bu role uymaya zorlanır ve bu kostümünü hayatı boyunca taşır.
Anlamsızca ve düşünmeden programlanmış bir robot mekanikliği ile gerçekleştirdiği eylemleri, düşünmeye başladığı ilk anda ona anlamsız gelir. Öğrencisi Engin’le olan gayrimeşru ilişkisinin temelinde de özgürleşmek ve bir işe yaramak, anlam kazanmak arzusu yatar. “İnsan kendini tek başına özgürleştiremezse ve tek başına özgürleşme düşü içinde boğulmuşsa, kendinden sonra gelenlerin altına yatmalıdır” (s. 41). “Özgür bir Türk kadını” oluşumu onunla kanıtladım! Yirmi beş yaşında bir delikanlı ile kanıtladım.” s. 43). 25 yaşındaki öğrencisi Engin ile olan ilişkisini geçmişin dayatmalarına karşı bir intikam olarak yaşar. Ancak yaşadıkları yine onu tatmin etmemeye başlar. Hapsolduğu o kalıptan kurtarmaktan çok uzaktır. Aksine özgürleşmek adına yaşadığı bu ilişki onu daha da karmaşık ve içinden çıkılmaz düşüncelerin kucağına atar. “Bütün tutsaklık perdelerini yırtıyorsun, yırtıyorsun; sonra bir de bakıyorsun, hiç el değmemişlik. Hiçbir şeye başlanılmamış sanki” ( s. 44). Engin’le yaşadıklarında bulamadığı çözümü son çare olarak ölümde aramaya karar verir. Aysel, hem Engin’le ilişkisinden umduklarında hem de hayatının önceki döneminde yaptıklarında yanılmış olduğunun farkına varır. İçi bu yanılmışlığın doğurduğu acıyla doludur. “Yanılmış olmanın acısını anlamıyorlar. Umulmadık bir anda yanılmış olmanın acısını. Bundaki dayanılmazlığı…” (s.353) Bu yanılmışlığı çözmenin yolunu intiharda bulacağını düşünür ve bir otel odasına giderek ölmeye yatar. Aysel’in ölmeye yatışı yanılgılarından kurtulma, özgürleşme ve kalıplardan sıyrılma isteğidir. Aysel’in bulunduğu otel odasında tüm perdelerin ve ışıkların kapalı olması, bunun yanı sıra yatağa çırılçıplak girişi son derece dikkat çekicidir. Bu bir tecrit halidir. Çevrenin tüm etkilerinden uzak olma isteğini ifade eden bu durum, Aysel’in hayatı boyunca ailesinden ve toplumdan gördüğü baskılardan ve kendisine dayatılan kalıplardan sıyrılma isteğinin bir ifadesidir. Yatağa çırılçıplak girişi ise o ana kadar zoraki giydirilen veya bilinçsizce giydiği kalıpların tamamından sıyrılma isteğidir. Davranışlar Aysel’in kendisi olma isteğinin ve arzusunun açık ve net belirtileridir. Ciddi ve kararlı özgüvene sahip bir biçimde otel odasında yatağa girmiştir. Kararlı ve bilinçli bir kişinin tavırlarını betimleyen bu kararlı başlangıca rağmen Aysel tüm yapaylıklardan, kalıplardan sıyrılmak istemesine; dış çevre ile olan temaslarını, bağlarını kesmek için odanın dışarıya açık tüm yönlerini kapatmasına karşın kafasında dışarıya karşı bir ilgi ve alaka sürekli devam eder. Tüm kalıplardan sıyrılmak için çırılçıplak girdiği yatakta hala sadece kendisi olamadığının farkındadır: “Yapaydım anlaşılan. Bütün yapaylıkları alt ettiğimi sandığım bir zaman, en yapaylaştığım zamanmış işte” (s. 107). Aysel yapaylığından ve kalıplardan sıyrılarak gerçekten özgür olmayı ölüme yattığı anda bile başaramaz. Küçüklüğünden beri bilinçaltının derinliklerinde büyüyen güvensizlik devam etmektedir. Ölmek istediğinden de artık emin değildir. Bu gereksiz adanmışlığın hesabını sormak isteği onu yaşama tekrar dönmeye zorlamakta ve yaşama isteğini canlandırmaktadır. Kendi içine yaptığı yolculuğu sırasında sorusunun cevabını salt birey olmayı anlayabilmekte bulan Aysel, yeni amacının bilinci ve yeni hayat anlayışı ile otelden ayrılır.
Ölmeye Yatmak Soruları ve Cevapları
ölmeye yatmak kimin eseri?
Ölmeye Yatmak Adalet Ağaoğlu'nun bir eseridir.
Ölmeye Yatmak Yorumları
ebru hanım ellerinize sağlık 500 sayfalık bir kitabı bir sayfaya özetleyip kitabı baştan sona bize okumuşuz hissi oluşturuyorsunuz sizi bu konuda tebrik ediyorum başarılar diliyorum
çok beğendim
30-04-2017 15:50
ben de beğendim . teşekkürler. kitabı bir daha okuyacağım. okunmasını da salık vereceğim....
01-06-2017 09:55
gercekten güzell bir kitab
21-06-2017 16:19
konusu çok etkileyici beklediğimden daha iyi bir kitap çıktı buradaki özet de güzel olmuş yazanın eline sağlık adalet ağaoğlu güzel bir esere imza atmış
05-12-2019 18:57
özet çok güzel olmuş biraz uzun ama baya emek harcamışsınız teşekkür ederim özetin içinden karakterleri de çıkarttım sanırım yeterli olur
06-04-2022 21:06
analiz ödevi için okudum harika bir kitap diğer öğrencilere de tavsiye ederim okuduğunuza değiyor
15-10-2022 16:08
10 numara 5 yıldız bir roman olmuş
14-12-2022 23:35
kitabın ana kahramanı kimdir
23-04-2023 19:44
özet çok güzel detaylı ama karakterler eksk karakterler ile ilgili de bir kısım ekleseniz çok güzel olur