Roman on beşinci yüzyılda Endülüs’ün son devleti Gırnata’da geçmektedir. İslam devletleri birer birer yıkılmış, geride yalnızca Gırnata kalmıştır. Ancak Gırnata da bir çöküşe sürüklenmektedir. İspanyollar her türlü vahşeti bu devlete yaşatmaktan çekinmiyordu. Navar Kralı, Emir Malik’i ölü ya da diri getiren keseyle altın vereceğini duyurmuştu. Zira Emir Malik, orduların yapamadığını yanındaki birkaç fedaisiyle yapıyor, ne istese alıyordu.
Gırnata’da muhteşem mimari yapılar, kütüphaneler vardı. Burası aynı zamanda bir ilim merkeziydi. Şanlı bir geçmişe sahip bu toprakların her yanını zamanla köşkler, saraylar sardı. Sultan sarayından çıkmıyor, yıllar önce kazandığı zaferi kutlayıp duruyordu.
Emir Malik, Elhamra Sarayı’na gidip Sultan Ebu’l Hasan’la görüşmek istediğini bildirdi. Ancak bu isteği ertelendi. Çünkü Sultan, İspanyol elçilerin hazırlıklarıyla meşguldü. Kral Ferdinand ve Kraliçe İzabella evlenecek ve böylece iki düşman birleşmiş olacaktı. Bu düğüne Sultan da davet ediliyordu ancak Sultan halkın, Emir Malik’in gördüğü tehlikeyi göremiyordu. Malik ve arkadaşları düğünü engelleme gayretindeydiler ve tek istedikleri Sultan Ebu’l Hasan’ın buna razı gelmesiydi. Ancak Sultan Ebu’l Hasan rahatını bozmaya hiç niyetli değildi. En yakınındaki düşmanlarını bile görmezden geliyordu. Zira hanımı Emire Ayşe bile oğlu Ebu Abdullah Muhammed’i tahta geçirmek için çabalıyor bir yandan da Kraliçe İzabella’ya özeniyordu.
Emir Malik nihayet Sultan Ebu’l Hasan’la görüştü. Ona, Navar-Aragon Kralı Ferdinand’ın zannetikleri kadar kuvvetli olmadığını, evlilik ile yapacakları ittifağa engel olabileceklerini söyledi. Zira ne kral ne de kraliçe tek başlarına Gırnata için bir tehdit değildi. Ancak birleşmeleri büyük bir tehlikeyi doğuracaktı. Sultan Ebu’l Hasan için o korunaklı saraydan çıkmak çok zor geliyordu. Kardeşi El Zagal’ı tahttan uzak tutmak için ordunun başına koymuştu. El Zagal askeri birliklerle muharebe ederken o sarayında zevk içinde yaşıyordu. Korktuğu düşman değil, tahtını kaybetmekti. O yüzden Malik’in sözlerine de kulaklarını tıkadı.
Sadrazam Hacip Abdurrahman ve Emire Ayşe bir ittifak içindeydiler. Emire Ayşe oğlunu tahta geçirmek için her yolu deneyebilirdi. Emir Malik’i de kendi tarafına çekmek istiyordu. Ancak çoğu Gırnatalı gibi Emir Malik de Ebu Abdullah’ı sevmiyordu. Tahta başkasını getirmek doğru bir çözüm değildi. Asıl çözüm Sultan Ebu’l Hasan’ı doğru yola koymaktı. Emir Malik ve arkadaşları atlarına binip El Zagal’ı bulmak üzere yola çıktılar.
Sultan Ebu’l Hasan bir rüya gördü ve bu rüyadan çok etkilendi. Rüyasında oğlu onu öldürüp tahta geçiyordu. Sultan derin bir huzursuzluk içindeydi. Güvenebileceği tek kişi Emir Malik’tir çünkü tahtta gözü olmayan tek yiğit odur. Oğlu Ebu Abdullah’ı Elbedain şehrinde zindana kapatma emrini verdi ve Emir Malik’in derhal ona getirilmesini istedi.
El Zagal bir davet verileceği haberini alır almaz hazırlıklarına başladı. Daveti en şatafatlı anında basacaktı. Gerçekleştirebileceğine inanmasa da amacı Kral ve Kraliçeyi esir almaktı. En azından Gırnatalıların henüz ölmediklerini göstermiş olurdu. Üç yüz yiğidiyle birlikte krallığa koşuyordu. Başlarına da Ahmed Selim’i koymuştu. Yolda Emir Malik ve arkadaşlarıyla karşılaşır ve birleşirler. Birlikte bir plan yaptılar. Plana göre Emir Malik ve arkadaşları İspanyol kılığında şatoya girecek ve kapıları Ahmed Selim’in ordusuna açacaktı. Plan başlarda güzel ilerlemiş ve İspanyollar gafil avlanmıştı. Ancak sonuca ulaşılamamış ve geri çekilmek zorunda kalmışlardı. On şehit vermiş ve Kralı yakalayamamışlardı. Lakin El Zagal yiğitlerini yine de tebrik etti. Zira kraldı bu, öyle kolay yakalatır mıydı kendini?
El Zagal’ın bu girişimi halk arasında dilden dile geziyordu. Halkın epeydir hasret olduğu şeyi El Zagal gerçekleştirmişti. Emire Ayşe bu taht savaşını kaybedeceği sinyallerini hisseder hissetmez sadrazam Hacip Abdurrahman’a emir verdi. Sultanın emri varmış gibi oğlunu zindandan çıkardı ve vali tayin etti. Sultan Ebu’l Hasan da korkmaya başlamış ve bir şeyler yapması gerektiğini anlamıştı. Artık saraydan çıkmalı, at üstünde olmalıydı. Aksi takdirde bu halk onu o tahtta oturtmayacaktı. Kant Kalesi’ni kuşatmak için yola düştü. Bu fırsatı değerlendiren Ebu Abdullah sultan olduğunu ilan etti. Sultan Ebu’l Hasan döndüğünde Gırnata’ya alınmadı çünkü artık çok geçti. Yeni sultanın emri vardı.
Halk zafere açtı. Bu defa da Ebu Abdullah istenmiyordu. Sarayından hatta hamamından çıkmayan bir padişahı hiçbir millet istemezdi. Ebu’l Hasan ve El Zagal’ın orduları birleşmiş ve Gırnata’nın başına geçmişti. Fakat bu sefer halkı huzursuz eden El Zagal’ın ülkenin yarısını Ebu Abdullah’a vermeyi teklif etmesiydi. Ebu Abdullah’ın ordularıyla birleşip harekete geçeceklerdi. Anlaşma buydu lakin Ebu Abdullah bir hainlik peşindeydi ve ordularına savaş ortasında geri çekilme emri verdi. Ebu Abdullah, Elhamra Sarayı’na yerleşti ve halkın şaşıracak gücü kalmamıştı.
Taht kavgaları, saraya düşkünlük, birlik olamama, şahsi kinlerin peşine düşme arzusu ve daha birçok şey bir araya gelince Gırnata içten yıkılalı çok olmuştu. Savaşçılık ruhu da bir kenara bırakılınca Endülüs’e veda vakti gelmiş oldu.
DEĞERLENDİRME
Endülüs Dönemi’ni anlatan pek fazla roman olmaması sebebiyle bu eseri oldukça kıymetli buluyorum. Yavuz Bahadıroğlu’nun kalemi, düz metin okurken sıkılan ama tarihi okumalar yapmak isteyenler için çok güzel bir tercih. Bu kitabın da dili oldukça akıcıydı. Kitabın adından bile sonu belli olmasına rağmen kendini heyecanla okutan bir eser. Bir devletin içten çöküşü daha iyi anlatılamazdı diye düşünüyorum.