Benerci Kendini Niçin Öldürdü, Nazım Hikmet’in 6 adet eserinin birleşiminden oluşmuş bir külliyat niteliği taşımaktadır.
Hikâye, Hindistan’ın Kalküta şehrinde İngiliz emperyalizmine karşı verilen mücadelede Komünist parti tarafında savaşan Benerci isimli bir devrimcinin hikâyesini anlatmaktadır.
Benerci ve arkadaşlarının yaptıkları gizli bir toplantı polis tarafından basılır. Yakalanan üyeler tutuklanırken, Benerci salıverilmiştir. İşte bu sebeple arkadaşları Benerci’nin ajan olduğunu düşünürler.
Benerci’nin arkadaşlarından Somadeva, Benerci’nin kafasına bir taş atar ve onun alnını yaralar. Somadeva’nın ilerleyen günlerde sağlığı bozulur. Somadeva, hastalığının ilerlediği günlerde intiharı düşünür fakat bu sonucu kendine yakıştıramaz. Bir miting sırasında çıkıp gelen Somadeva, arkadaşlarına seslenirken vefat eder.
Benerci’nin Roy Dranat isminde eski bir kavga arkadaşı vardır. Yazar ondan bahsederken kavgadan vazgeçmesinin sebebini; korkuya, sabrının tükenmesine ve ruhunu satıp rahatı bulma ihtimaline dayandırmaktadır.
Benerci, daha sonra tutuklanarak hapse girer. Arkadaşları Benerci’nin suçsuzluğuna inanmıştır ve Benerci kahraman ilan edilir. Herkes hapisten çıkıp hareketin başına geçmesini beklerken; Benerci harekete artık bir katkısı olamayacağını düşünerek kendini öldürür.
Gece Gelen Telgraf
Gece gelen telgraf
Dört heceden ibaretti:
“VEFAT ETTİ.”
Dizeleriyle başlayan Nazım Hikmet’in müthiş şiiridir. Nazım’ın yayınladığı kitap da adını bu şiirden almıştır. Kitabın içinde 26 tane şiir vardır.
Vefatından bahsedilenin kim olduğu hakkında birtakım iddialar olsa da bu kişi tam olarak bilinmemektedir. Şiiri belki de çarpıcı yapan budur. Gizemi şiirin işte buradadır.
Portreler
Nazım Hikmet’in 11 şiirden oluşan kitabıdır. İçinde en beğendiğim ve bana en içten gelen şiir Bursa’da hapishanede karısına yazdığı “Karıma Mektup” isimli şiiridir. O kadar duygusal o kadar içtendir ki insanı etkilememesi işten bile değildir. Nazım, hak ettiğini yaşayamadan maalesef ki anlaşılamadan yitip gitmiştir.
Taranta-Babu’ya Mektuplar
Nazım Hikmet’in 1935 yılında yayımlanan şiir kitabıdır. Kitap Fransız romancı Henri Barbusse’ye adanmıştır. Her şey bir mektupla başlar. Nazım, mektubun sahibini bizden saklamaktadır ama bize mektubun yazıcısı hakkında önemli bilgiler verir. Mektubu yazan kendi dilini istediği gibi kullanamadığı için başka dillerle ilgilenmiştir. Asya ve Afrika dilleri ile ilgilidir. Kurye bir paketle, bir mektup tutuşturur Nazım’ın eline. Mektup, Roma’dan gelmektedir. Yazdıkları ve gönderdikleri oldukça önemli ve bazı kesimlerin hoşuna gitmeyecek türdendir.
5 Ağustos 1935 tarihli ilk mektupta Roma’nın iki yüzü olduğundan bahsetmiştir. Bir yüzü bütün ihtişamı ve gizemiyle Roma’yı anlattığını fakat diğer tarafın yüzünün de yok sayıldığını; ne fotoğrafının çekildiğini ne de kartpostallarının satıldığını yazmıştır. Musollini bu kentlerden uzak kızını İtalya’nın en zenginiyle evlendiren ve Villa Torlonya’da ışıltılı hayatını sürdürmektedir. Faşizmin kara bulutlarını halkın üzerine salmış, kendisi refah içinde yaşamaktadır.
Mektubun yazarı belli ki bir antifaşisttir ve artık kişisel özgürlüklerin kalmadığı ülkesinde, dilini kendi istediği gibi yani özgürlükten yana kullanması onun başını derde sokabilecektir. Öyleyse gizli kalmalıdır, kimseler onun kim olduğunu bilmemelidirler. Yani herkes onu Roma’nın arka yüzü gibi görmezden gelmelidir ki yaşasın.
İşte böyle bir mahallede, ona anası kadar yakın olacak zenci dostunun ruhunu tanımıştır. Taranta- Babu’yu tanımıştır. Yazar; fakir talebelere, faşizmin ulviyetini anlamamış bilginlere ve artistlere, bekâr işçilere oda kiralayan üç katlı bir evin kapısını çalmıştır. Yazar, ona gösterilen odanın kime ait olduğunu sormuştur. “Onun Habeşistan’dan gelen putperest bir zenci olduğunu, bir yıl önce bu odayı kiraladığını fakat iki gün önce götürüldüğü” söylenmiştir. Yazar, odada adeta onunla bütünleşmiştir. Belki de odanın, bu gece kurşuna dizilecek bir adama ait olduğunu düşündükçe içinde sevgiye benzer bir duygu oluşmuştur. Onun varlığını hissetmiştir ve odayı keşfederken onun karısı Taranta-Babu’ya yazmış olduğu mektupları bulmuştur. Mektupları Nazım’a göndermiştir çünkü bu mektupları orada basmanın, yaymanın mümkün olamayacağını düşünmüştür. Mektubu ve mektupların çevirileri ile orijinallerinin olduğu paketi göndermesinin nedeni; İtalya’dan daha özgür bir ülkede Habeş delikanlının karısına yazdığı mektupların yayımlanması dileğidir. Üzücü şu ki; yayımlanan mektupları, ne kurşuna dizildiği için mektupların asıl yazarı, ne bu mektupları bulup çevirerek şaire gönderen delikanlı –belki o da kurşuna dizilecektir- ne de mektupların adına yazıldığı Taranta-Babu görebilecektir.
Birinci mektupta Roma’nın kuruluşuna gönderme yapılarak, Roma’nın kurucusu Remus ve Romilüs’ten söz edilir.
İkinci mektupta Taranta-Babu’nun bir eş ve anne olduğunu anlarız. “…üçüncü kızımın / ve beşinci oğlumun anası”. İtalya’ya resim eğitimi için gittiğini söyleyen Habeş delikanlısı, Mussolini ve onun adını koyduğu faşizmle tanışınca uğradığı düş kırıklığını anlatır.
Üçüncü mektup, din sömürüsü üzerinedir. İlkel köy kabile büyücüsünün çıkarsız yanlış inancı ile Romalı din adamının sermaye ile olan ilişkisini anlatır. “Meryem’e yakın olmak için / nefsi nefsine edip işkence / her gece / mermer sütunlu bir sarayda yatıyor.”
Dördüncü mektup, İtalya’da doğan, beslenen ve güçlenen faşizmin, daha sonra başka ülkelere yayılacağını vurgular. “ İtalya’da faşizm / Emilialı büyük toprak kontlarının asalarından / ve Roma’lı bankerlerin demir kasalarından / geçip / İL DUÇE’nin dazlak kafasına dank demiş / bir nurdur /Taranta-Babu.../ Bu / nur / yarın / inecektir üstüne / Habeş ovalarında mezarların.”
Beşinci mektupta yaşamanın önemini anlatır Nazım. “Anlayarak bir usta kitap gibi / bir sevda şarkısı gibi duyup / bir çocuk gibi şaşarak/ YAŞAMAK… / Yaşamak. / birer birer / ve hep beraber / ipekli bir kumaş dokur gibi…/ Hep bir ağızdan / sevinçli bir destan / okur gibi / YAŞAMAK…”
Yedinci mektup, kıtlık ve bolluk üzerine fikirler beyan ediyor. “Bir öyle şaşılası / dünya ki burası, / bollukla ölüyor, / kıtlıkla yaşıyor. / Varoşlarda hasta, aç kurtlar gibi / insanlar dolaşıyor/ ambarlar kilitli / ambarlar buğdayla dolu. / Tezgâhlar / ipekli kumaşla dokuyabilir / topraktan güneşe kadar giden yolu. / İnsanlar yalınayak / insanlar çıplak…/ Bir öyle şaşılası / dünya ki burası, / balıklar kahve içerken / çocuklar süt bulamıyor. / İnsanları sözle besliyorlar, / domuzları patatesle…”
Sekizinci mektupta “Mussolini çok konuşuyor TARANTA-BABU” denilerek bunun gerekçesi açıklanıyor; “çok korktuğu için / çok konuşuyor!”.
Dokuzuncu mektup sevgi hakkında başlıyor ve ölümle bitiyor. “Bugün aklıma / yazısız ve çizgisiz / bir resim geldi, Taranta-Babu! / Ve benim, birdenbire / yüzünü değil, / gözünü değil, / senin sesini göresim geldi, Taranta-Babu; / ‘Mavi Nil ‘ gibi serin, / yaralı bir kaplan gözü gibi derin? Sesini senin!” Ölümle ilgili kısmı mektuba gazeteden kesilerek eklenen bir haberle desteklenmiştir.
Onuncu mektupta başka bir gazete haberine yer verir. İtalya’nın Habeşistan’ı işgal etmek için yağmur mevsiminin bitmesi ve baharın gelmesinin beklendiği yazılmaktadır. “Ne tuhaf şey Taranta-Babu! / Kapımızdan içeri ölüm / kolonyal şapkasına / bir bahar çiçeği katıp girecek…”
On birinci mektup, İl Duçe’nin Afrika’yı bombalamak için uçacak olan pilotlara söylevi üzerinedir.
On ikinci mektup, Habeşistan’ın bombalanmasıdır. “Geliyorlar Taranta-Babu, / seni öldürmeye geliyorlar. / Karnını deşip / bağırsaklarının / kumun üzerinde aç yılanlar gibi kıvrandıklarını/ görmeye geliyorlar.”
Son mektupta savaşın ülkede yarattığı yıkımdan bahsedilmektedir. Nazım, Taranta-Babu’nun kocasının ağzından faşizmden sonra emekçi kesimin, halkın yaşadığı iflası, kaybı anlatmaktadır. Faşizmin halka verdiği zararın altını çizmiştir Nazım.
Simavne Kadısı Oğlu Şeyh Bedreddin Destanı
Simavne Kadısı Oğlu Şeyh Bedreddin Destanı, Nâzım Hikmet'in 1936 yılında yayımlanan destanî şiiridir. Mehmed Çelebi'ye karşı ayaklanma hazırladıkları gerekçesiyle asılan Şeyh Bedreddin, Börklüce Mustafa ve Torlak Kemal'in hikâyesini anlatmaktadır. Kitap 14 bölümden; Tornacı Şefiğin Gömleği ve Ahmedin Hikâyesi isimli yazılardan oluşmaktadır.
Şeyh Bedrettin Destanı’na Zeyl
DEĞERLENDİRME
Nazım Hikmet, şüphesiz ki Türk edebiyatının başına gelen en güzel şeylerden biridir fakat yaşadığı devirde anlaşılmadı ve ne yazık ki hala anlaşılamamaktadır işte tüm bunlardan dolayı hayatı oldukça zor geçmiştir. Benerci Kendini Niçin Öldürdü kitabında bu zorlu hayattan izler bulmak mümkündür. Nazım Hikmet dizelere, cümlelere, kelimelere, hecelere ve hatta harflere fikirlerini ince ince işlemiştir. Nazım, hayatı boyunca barış ve özgürlük için savaşmıştır. Söylediği gibi; “Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine.” Nazım’ın tek istediği diğer insanlar için barış ve özgürlüktü fakat bunu yıllar boyu özgürlüğüyle ödedi. Hapsedildi hatta canına bile kastedildi fakat o yılmadı. Hayatını dolu dolu geçirdi. Her anını aşkla, direnmekle, savaşmakla geçirdi. Aşka âşıktı o, kendi dizelerinde de belirttiği gibi; “Sevmek, sevdiğin kişiyle birlikte olmak değildir. Unutma çünkü aşk onunla yaşamak değil; onu yaşamaktır aslında!”