Dilber, çeşme başında sadece bir kere gördüğü Mustafa’yla mutlu bir evlilik yapsa da abisinden gördüğü baskı yerini kayınvalidesinin iğnelemelerine bırakmıştır. Bir yandan nohut biçerek evinin ekonomisine sağlarken bir yandan da evin işlerini görmesine rağmen durumundan hiç şikâyet etmez. Tek üzüntüsü çektiği çocuk hasretidir. Evliliğinin dördüncü yılında aldığı güzel haberin getirdiği mutluluk da çok kısa sürer. Mustafa, oğlu Kenan’ı göremeden bir traktör kazasında yaşamını yitirir. Dilber, evini geçindirmek, oğlunu okutarak öğretmen yapmak amacıyla canını dişine takarak çalışır.
Oğlu 12 yaşına geldiğinde, Gaziantep’in bu küçük köyünde ortaokul olmadığından, Dilber şehirdeki akrabalarından yardım ister. Onlar da Kenan’ın kalması için ücretsiz, dini bir yurt bulur. Kenan’ın bu yurtta yaşadıkları her hatırlandığında daha fazla can yakan niteliktedir. Yurdun kilerinden elma çaldığı için avuçlarından kan gelene terlikle dövülür. İlmihal ve tevcit ezberini doğru yapamadığında üç saatlik çarşı izninden men edilir. Dışarı çıkıp top oynamak yasak olduğundan çorap maçı yaparken belletmene yakalanır ve belletmen yaptığının günah olduğunu söyleyerek onu tekme, tokat ağzından kan gelene kadar döver. Her namaz vaktinde alınan yoklamalarda “mevcut” olmadığı zaman sonuç yine şiddettir. Çivilenmiş pencereler, kapanmış perdeler ardından duyduğu yağmur sesine dayanamayarak dışarı çıkıp ıslandığı için de cezası ağır olur. Tahta cetvelle elleri kızarıncaya kadar dövülmesinin yanı sıra haftalık izni de iptal edilir. Çizgi film izlediği için yurdun tüm tuvalet ve banyolarını temizlemek zorunda kalır. Parkta salıncağa binerken kimse onu görmesin diye herkesin dağılmasını beklediğinden yurda geç kalır ve kösele terliğin ellerinde bıraktığı acıyla baş etmeye çabalar. Kenan tüm bunlara annesi için katlanır. Onu ayakta tutan ayda bir kere annesine yaptığı ziyaretler, annesinin hiç aksatmadan her cumartesi köy otobüsüyle gönderdiği erzak çantası ve en önemlisi de takım elbisesiyle karşısına dikilip “Ben öğretmen oldum” diyebileceği o büyük günün hayalidir.
Kenan’ın üniversiteyi bitirip sınava girmesinin hemen ardından Dilber aniden rahatsızlanır. Daha önce olduğu ameliyat sonrasında karnında oluşan iltihap nedeniyle yattığı hastanede kalp krizi geçirir. O esnada iltihap beynine sıçrayınca beyninde ödem oluşur ve yoğun bakıma alınır. Kenan her gün annesini birkaç dakika da olsa ziyaret eder. Bu esnada sık sık geçmişini düşünür. Doğum gününü, bayramı bir başına, yalnız geçirir. Her gün iyi bir haber bekler. Yetimken bir de öksüz kalmamayı umut eder. 10 Ağustos günü öğretmen olduğunu öğrenir. Ertesi gün annesinin doğum günü olduğundan onun için aldığı yoğurt çiçeği (papatya) ile bu mutlu haberi vermek için hastaneye gider. Annesinin durumunda hala bir değişiklik yoktur. Haberinin, annesini kendine getirebileceğini umut eder ancak sözcükler boğazından düğümlenir ve hüngür hüngür ağlar. Dilber’in boğazındaki boru hızla inip kalkar ve hemen ardından bağlı bulunduğu monitördeki düz çizgi 24 yaşındaki Kenan’ı bu hayatta yalnız başına bırakır.
Yusuf Çopur’un Gaziantep’in İncirli Köyünde doğması, köyde ortaokul olmadığı için eğitimine şehir merkezinde devam etmesi, 12 yıldan bu yana öğretmenlik mesleğini sürdürmesi, uzun süre yaşadığı hastane hayatı yazarın otobiyografik öğelerden beslendiğini gözler önüne sermektedir. Yer yer iç monologlarla zenginleştirilmiş Daha Vakit Var romanının her bir bölümü ayrı bir öykü şeklinde de tanımlanabilir. Orhan Veli, Ahmet Telli, Edip Cansever, A. Muhip Dıranas, Haydar Ergülen, Ahmet Erhan, Can Yücel, Ahmet Hamdi Tanpınar, Nazım Hikmet, Cemal Süreya ve R. M. Rilke’nin bazı dizelerini epigraf olarak kullanmayı tercih eden yazar bu yöntemle romanının yön oklarını da belirlemiştir.
Yusuf Çopur’un yazdığı Daha Vakit Var, annesini kaybetmek üzere olan bir gencin hayatını konu alıyor. 120 sayfalık kitap, önce başkahramanın sonra ise annesinin duygu ve düşüncelerini içeren kısa kısa bölümlerden oluşuyor. Başkahraman ile annesinin duygu ve düşüncelerine çoğu kez başkahramanın bazen de annesinin üzücü anıları eşlik ediyor.
Kitaptaki pek çok bölümün başında Edip Cansever, Haydar Ergülen, Rilke, Cemal Süreya, Nâzım Hikmet, Can Yücel ve Ahmet Hamdi Tanpınar gibi yazar ve şairlerden alıntılar bulunuyor. Kitaba hoş bir hava katan ve anlatımı zenginleştiren alıntılar, bölümler hakkında da okurlara ipuçları veriyor.
Yazarın annesine ithaf ettiği kitap, ilk kez 2012 yılında Kırmızı Kedi Yayınevi tarafından yayımlanmış. Kitabın editörlüğünü Tülin Sadıkoğlu, kapak tasarımını ise Yeşim Ercan Aydın yapmış.
Daha Vakit Var Özeti
Romanın başkahramanı Kenan, 24 yaşında bir öğretmen adayı. Babası, henüz o doğmadan vefat etmiş. Bu yüzden de Kenan yetim doğmuş, yetim büyümüş. 11-12 yaşlarına gelip ilkokulu bitirdiğinde ise okuyup anne ve babasının hayalini gerçekleştirmek için annesinden de ayrılmak zorunda kalmış. Öğretmen olmak için okuluna devam etmek üzere köyden ve maalesef annesinden ayrılarak bir yurtta kalmaya başlamış. Yurtta oldukça kötü muamele görmüş. Din eğitimi adı altında fiziksel ve psikolojik şiddete maruz kalmış.
Yurtta kaldığı sürece hem ev izni günlerini hem de annesinin hazırladığı yiyecekleri gönderdiği günleri hasretle beklemiş. İzin günlerinde eve gidip annesiyle birkaç gün kalarak, yurttayken de annesinin onun için hazırlayıp gönderdiği çantalarla kendini avutmuş. Yurtta çok zorlansa da anne ve babasının hayalini gerçekleştirip annesini mutlu etmek için sabretmiş. Ancak tam da öğretmen olmasına ramak kala annesi hastalanıp yoğun bakıma alınmış.
Annesinin hastalığı Kenan’ı çok üzmüş. Tam annesinin hayalini gerçekleştirip ona yeniden kavuşacakken onu kaybetme korkusu yaşamak, daha gencecikken tükenmesine sebep olmuş. Annesi yoğun bakım ünitesinde yatarken Kenan, annesini sık sık ziyaret etmiş. Annesini yalnızca birkaç dakika görmesine müsaade edilmesine ve annesinin tek kelime edememesine, hatta gözlerini bile açamamasına rağmen annesini ziyaret etmekten vazgeçmemiş.
Annesinin elini tuttuğunda hissettiği küçücük bir hareket bile doktorların bunların istemsiz hareketler olduğunu söylemesine rağmen Kenan’a umut olmuş. Böylece Kenan bir gün annesinin iyileşeceğini umarak çok sevdiği bitkileriyle ilgilenmek için köye gitmiş. Annesinin diktiği ve sevgiyle büyüttüğü ağaçları, çiçekleri sulamış. Onun yokluğunda harap hâle gelen bahçeyi elinden geldiğince eski hâline çevirmeye çabalamış. Bu sırada komşuları Zeliha Hanım’la karşılaşmış. Annesinin dostuna saygı ve sevgiyle davranmış. Zeliha Yenge dediği anne dostu da Kenan’ı şefkat ve anlayışla teselli etmiş.
Kenan henüz köydeyken bayram gelince ilk kez annesi olmadan babasının mezarını ziyaret etmiş. Daha sonra ise köyden dönüp yine annesini görmeye gitmiş. Annesinin durumunun iyiye gittiğini öğrenmiş. Böylece umudu biraz artmış. Bu sırada annesinin doğum gününden bir gün önce öğretmen olduğunu, annesinin hayalini sonunda gerçekleştirdiğini öğrenmiş. Çocukluğundan beri her yıl aynı heyecanla bekleyip “Anneme ne hediye alsam?” diye düşündüğü gün olan annesinin doğum gününde de çok sevdiği yoğurt çiçekleriyle annesini ziyaret edip ona müjdeyi vermiş. Annesi müjdeli haber karşısında son gücünü toplayıp Kenan’a son kez “yavrum” demiş ve hiç beklemediği bir anda ona veda etmiş.
Kenan’ın annesi Dilber Hanım. Kocasıyla severek evlenmiş ama hem kaynanasından kötü muamele görmüş hem de evlendikten 3-4 yıl sonra kocasını kaybetmiş. Üstüne üstlük uzun süre evlat hasreti çekmiş ve kocasının vefatından sonra kavuştuğu yavrusunu yetim bir şekilde dünyaya getirip binbir zorlukla büyütmek zorunda kalmış. Hayatı boyunca zorluk çektiği için bari biricik oğlunun güzel bir hayatı olsun istemiş. Okuyup öğretmen olması için türlü fedakarlıkta bulunmuş ama oğlunun güzel günlerini görmeye ömrü yetmemiş. Bir de son günlerinde çektiği acıların üstüne oğlunun kendisi için üzülüp günden güne eridiğini görerek daha çok üzülmüş. Mücadeleyle geçen ömrünün sonunda ise oğlunun öğretmen olduğunu öğrenmenin mutluluğuyla vefat etmiş.