Bir ülke vardı, insanları kördü. Bu yüzden göz, görmek gibi kavramların hayatlarında yeri yoktu. Bir gün, her nasılsa, gören bir kimse düştü buraya. Bu kişi kimsenin görmediği ülkede gören tek kimse olduğu için herkesi kendini sevecek, değeri bilinecek sanıyordu. Orada bulunan halka önce gözü bilmelisiniz. Görmek diye bir şeyi kabul etmeli bundan sonra geleceğinizin çaresini araştırmalısınız diye tavsiyede bulunur. Bunları söyleyince herkes şaşırır, kalır ve oradan uzaklaşıp evlerine giderler. Çok geçmeden bir adam bu gören kişinin yanına geldi. Onu hızlı bir şekilde mağara gibi bir yere götürdü. İçeride uğultular geliyordur, kalabalık bir topluluk vardır. Gören adam sen misin diye sorarlar, o da evet benim diye karşılık verir. Bu gören adamı soru yağmuruna tutarlar, görmek hakkında bilgi almaya çalışırlar. Onu deneyerek görmenin ne olduğunu anlamak, öğrenmek istediler. Birkaç deneme sonrası sen sakıncalı birisin bizim uzaktan ne yaptığımızı biliyorsun derler. Sonra onu yine karanlık yere götürüp başına bekçi koyarlar. Mağaraya bir adam getirdiler, bu adam çantasından araçlarını çıkardı, gören adamı baştan ayağa kontrol etti. Sonra başka bir yere götürüp ona bir şey koklatıp bayılttılar. Uyanınca ona kıpırdama, kurtuldun dediler. Ne kurtulması diye karşılık verince, seni ameliyat ettik dediler. Bir anda öğrendi ki gözlerini almışlar ve adam kör olmuştur. Kafandaki düşünceler seni kötü etkiliyordu ondan kurtardık seni dediler. Birkaç deneme ile görmediğini anladılar ve artık bizim gibisin oldu bu iş dediler. Körler ülkesine düşen adam, bir süre bocaladı alışmak için. Alışıncaya kadar gözlerini aradı. Sonra onların arasına katıldı. Evlendi. Ama çocuğunun gözü vardı. Çocuğunun gözü olduğunu ötekilerden sakladı. Karısına gözü, görmenin önemini anlattı. Bundan dolayı karısı gözlü doğan çocuklarını yadırgamadı. Çocuklarını sabırla, sessizlikle büyütmeye başladılar.
Eğer Hayvan İsek
Anadolu’nun uzak köşelerinden birinde, çamurun balçığın içinde bata çıka yaşamaya çalışan bir köy vardı. Bir gün kaymakam, doktor, baytar, kumandan, savcı bir otomobile dolup bu köye geldiler. Şenlik yapılacaktı, onun için gelmişlerdi. Rakı, şarap şişelerinin biri boşalıyor biri doluyordur. Bu sırada komşu köyün muhtarı, köyünde hasta vardır onun için doktoru almaya gelmiştir. Doktorda baya sarhoş olmuştur. Muhtar hastamızın durumu ağır ölecek dese de doktor içinizden bir hayvan eksilmekle kıyamet mi kopar demiştir. Muhtar hastanın hayvan değil insan olduğunu ısrarla anlatsa da doktor sizin hayvandan ne farkınız var diye sarhoş kafayla saydırır. Muhtar ümidi keser köşede duran baytarın yanına gider. Baytar beyim, eğer biz hayvan isek, kalk seninle gidelim der. İnsan isek söyle Doktor Beye binsin ata gidelim. Baytar doktorun koluna yapıştı, kaldırdı ve yürüdüler. Fakat ayakta duracak halleri yoktu. Muhtar baktı bu işin olacağı yoktu. Ne yapacağını, ne edeceğini, kime gideceğini, güveneceğini düşünmeye başlamıştır…
Gömez’in Mehmet
Mehmet ve köylüsü Bektaş iş için köylerinden Ankara’ya gelirler. Belli bir zaman çalıştıktan sonra iş bulamazlar. Hemşerilerinin yanında kalmaya başlarlar. Bir gün dışarda otururken bir adam gelir, işçi arıyordur. Mehmet ve Bektaş kendilerinin boş olduklarını söylerler. Adam da bunları gece gece götürmeye karar verir. Gecekondu mahallesine girerken adam bunları durdurur, elinde tabanca ile tehdit edip ne kadar paraları varsa ellerinden alır. Bunlar arkalarına bakmadan oradan kaçarlar. Mehmet köyüne döner, Bektaş Ankara’da kalır.
Ramazan Gelip Geçmiş
Yukarı Dolan adında bir köy varmış, halkı çok cahildir. Köyün hacı hocası dahi böyleymiş. Gel zaman git zaman ramazanın gelip gelmediğini aralarında tartışırken en sonunda Aşağı Dolan köyüne birilerini gönderip sordurmuşlar. Adamlar kahkahayı basmış bunlar soruyu sorunca. Ramazan geldi geçti bile siz Ramazan’ı soruyorsunuz demişler. Tüm herkes bu durumu duymuş, köylünün haline gülmüştür.
Burunları Kısılmış
Taş yığını gibi görünen dağların ardındaki Yaparcık köyü uzun zaman köy olamamıştır. Gel zaman git zaman diğer köylerdeki insanlar bunlarla dalga geçmeye başlamıştır, köyünüzün imamı yoktur diye. Yaparcık köyünün ahalisinden birkaçı bu durum üzerine ova köylerine gidip imam arayışına girmişlerdir, bir şehirde imam bulmuşlarıdır. İmamı köye götürürler. İmam önce cami yapmalıyız demiştir. Bunun üzerine köylü harekete geçer, cami yapıldıktan sonra imam abdest almayı, namaz kılmayı öğretir. On gün bu süreç devam eder. On günün sonunda yine namaz kılarlarken imamın burnu tahtanın arasına sıkışır o sırada köylülere burnum kısıldı der fakat köylü o ne derse onu tekrar etmeye alıştığı için olayı anlamazlar, sonunda onların da burunları kısılmıştır. Öyle kısıldı ki, o gün bugündür bir türlü kurtulamadılar burunlarını caminin tabanındaki tahtaların yarıklarından.
Rizeliler
İki tane Rizeli arkadaş İstanbul’a iş aramaya giderler. Bir iş bulamazlar bunun üzerine karar alırlar. İleri ki köprüde adam dövüp para kazanalım diye düşünürler. O sırada bıyıklı, güçlü bir adam geçer, adama sataşırlar para isterler. Adam’da boksördür bunları nakavt edip yere yapıştırır. Hala bu durum üzerine dahi dik durmaya çalışırlar.
Kıvrımının Kıvrımının Kıvrımında
Kurşunlu köyünün camisi ikindi namazında tenha olurdu. Köylüler sabahın erken saatlerinde erken kalkıp çalışır, ikindin de yorgun düşerlerdi. İmam her gün manavından kasabına kadar ziyaret eder namaza neden gelmediklerini sormayı bahane ederek hepsinden bir şeyler koparmaya çalışır, üç ay sonra ödeyeceğini söyler. Bu durum zaman geçtikçe esnafın canını sıkar, çare düşünürler bulamazlar. Bir gün manavcı sigara içecekken ateşi yakamadı. Sonrasında aklına bir şeytanlık geldi. İmamın sarığının ucundan yakar ve oradan uzaklaşır. İmam kasapla sohbet ederken burnuna yanık kokusu gelir. Kasap benden gelmiyor diyerek durumu fark eder o da bu şeytanlığı sürdürür. Sonunda kasap imama sarığınızın kıvrımının kıvrımının kıvrımında ateş var deyip geri çekildi. İmam bağırıp çağırmaya başladı. Kasap'a kızar şunu düpedüz söylesene diye. Kasap’ta sizin gibi makam üzere söylemek istedim be hocam dedi. Dedi ama, alacağını gene isteyemedi…
Şaştım Şaştım
Kara Memiş adında okuma yazma bilmeyen yoksul bir çiftçi vardır. Bir gün tarlasında çift sürüyor. Orada in cin yok o kadar ıssız bir yerdir. Şaştım şaştım diye bir ses duyar. Kimmiş bu diye merak eder. Adamın yanına gider, adam sürekli dönerek şaştım şaştım diye bağırıyordu. Sonunda onu sakinleştirip sorar neye şaştın diye. Adam da sabahtan beri öküzsüz çift sürüyorsun! Nasıl yapıyorsun bunu? Buna şaştım ben dedi. Bunun üzerine adam aşağı inerken dahi şaştım şaştım türküsünü söylüyordu.
Ciğer
Koca kentin Cumhuriyet Caddesinde işlek bir kasap dükkanı vardır. Gene böyle işlek bir gün. Kasabın camekânı önünde, yama yırtık içinde bir adam dikiliyor, camekâna bakıyor. O sırada yanına elinde file olan bir adam gelir bu durumu fark edip ona ciğer alır. Bu duruma yoksul adam sevinir. Evine götürür, karısı iş buldu zanneder ama durum böyle değildir. Gel zaman git zaman yoksul adam kasabın orada ne zaman kendine ciğer alan adama rastlasa ciğer nasıl yağlı mıydı diye sorardı. Bu durum sürekli yinelenince yoksul adam sinirlenir, utanır ve kasaba gider, borca ciğer alır bu adama getirir. Bir daha sorma ciğer yağlı mıydı, değil miydi diye.
Onun Tekliği Senin Ensen
Köyün birinin ünlü pazarı kalabalıktan kaynıyordu. Bu sırada pazarda şişko bir adamın canı sıkılıyordur. Kendine bir uğraş bulur. Yanında iri kıyım, yarma bir adam dikiliyordu. Ona para karşılığında gelip geçenin ensesine vurmasını teklif eder. Sonunda vatandaşın biri hemşehrim yahu bir, iki, üç! neden şamarlayıp duruyorsun ensemi? diye sorar, İri kıyım adam bende bilmiyorum dedi. Ama sende bu ense, şu oturan da o teklikler oldukça sen daha çok şamar yiyeceksin ensene haberin olsun dedi.
Ayılar
Sarımbey köyünde Sefer Dede adında bir adam vardır. Oğlu şehre gittikten sonra torunu Dursun’a o bakıyordur. Onu her yönden eğitiyordur. Bir gün onu şehire odun ve yoğurt satmaya gönderir. Dursun’un yanına yaşlı bir adam gelir, yoğurdun ve odunun fiyatını sorar. Fiyatını düşürmeye çalışır. Bu sırada Dursun yaşlı, kibar biri diye istediği fiyata verir. Eşeğine yüklü odunu yaşlı adamın evine getirir fakat adam bunu oynatır gibi bir oraya bir buraya indir diye söylenir. Dursun sesini çıkarmaz. Sonunda ayağına odunlardan birkaçı düşer. Yaşlı adam ayı diye bağırır. Çocuğun zoruna gider ama karakolluk olmamak için susar. Adam hala hakaret etmeye devam eder siz köylülerin hepsi ayısınız diye bağırır. Çocuk ses çıkarmaz odunu yığar, yoğurdun kabını alır köyüne döner.
Su Gözündeki Görevli
Su Gözündeki Görevli, hinoğlu hin, Cinoğlu cin bir delikanlı. Kesimine giren on altı köyün muhtarını, bekçisini kurstan geçirirdi. Çok sevdirdi kendini halka. Yemeğe içeceğe para vermiyordur. Bir gün yoğurt gelir bu görevliye. Bu yoğurdu çok beğenirler karısıyla. Görevli, muhtarı yanına çağırır her zaman bu yoğurttan getirmesini ister. Yoğurdun geldiği yer dul bir kadın olan Hamzacığın karısı Esmedendir. Gel zaman git zaman bu durumla artık başa çıkamayacağını anlayan Esme muhtar yanına gelince yoğurdu artık veremeyeceğini söyler, bu durumu duyan görevli sinirlenir. Muhtar kızma efendim! Hamzacığın karısı yoksulun biridir. Yoktur eşekten başka sağılımı. Zorda kalmış, yapmıştır. Ona değil, sana ayıp olur ıslatırsan. Çok tatlıydı diye iç geçirdi Görevli. O yoğurttan istiyorum muhtar diye bağırdı. Muhtar taze sıpalı eşeği olanları bir bir sorup araştırdı. Sıraya koydu bunları. Üç güne bir yeniden yollamaya başladı Görevli’ye yoğurdu.
Dalak
Bir gün Ceylan köyüne bir doktor geldi. Doktor köye, insanlarda sıtma var mı, kaç kadında erkekte var, araştırmaya gelmiştir. Muhtar tellal çağırttı, şehirden doktor geldi, milletin dalağına bakacak diye duyurttu. Ertesi sabah birçok kadın, erkek köy odasının önüne toplandı. Doktor içeride çalışıyordur içeriye birden orası burası sargılar içinde, iki eliyle gözlerini oğa oğa bir kadın girdi. Doktor muayene eder eline reçeteyi verir, kadın bu kuru kâğıdın ne faydası olacak gözüme dedi. Doktor bu dağın başında elimden bundan başka bir şey gelmez dedi. Yaşlı kadın, elini kalçalarına koyup çıkıştı doktora, elimden ne gelir öyle mi? benim gözüme ilaç vermeye gelince elinden bir şey gelmez, gelinlerin kızların karnını elle bana gelince kuru bir kâğıt! haydi haydi dedi.
İmamların Sınavı
Yolsuz, okulsuz bir köy olan Gergeme’nin halkı cahildir. Köyün bir imamı vardır. Bu imam yetmiş yaşlarındadır. Bilgisi çok da iyi değildir. Ama köylüler için camide imam var ya yeter onlara. Bir gün Cuma namazına komşu köyden bir adam gelir. Köyün imamının okuduklarını yanlış bulur, köylülere sizin imam bilgisizin tekidir dedi. İmamın tarafında olanlar bu duruma itiraz etse de köyde karışıklık çıkar, yeni imam aramaya başlanır. Yeni imam gelince bir camide iki hoca olur mu diye bu iki imamı sınava tabi tutarlar. Sınavı eski imam kazanır.
Ördek Hüseyin
Hüseyin adında bir adam vardı. Alınganın tekiydi. Kiminle konuşsa o kişinin sözlerinden bir anlam çıkarmaya çalışırdı. Bu yüzden ona Ördek Hüseyin diyorlardı. Bir gün yanına bir arkadaşı geldi Sohbet ederlerken hal hatırını sordu sonra da ne var ne yok diye sordu. Arkadaşı da valla dışarıda hava bulutlu, biraz da rezz diye cevap verdi. Bunun üzerine Hüseyin hain git evimden diye bağırdı öfkeyle. Bu durumu anlamlandırmayan arkadaşı ne oldu diye sorar. Hüseyin arkadaşına verdiği cevaptan dolayı bana ördek demek istedin diye anlam çıkarmıştır. Arkadaşı da beni yanlış anladın diye kendini savunur ama en sonunda pes diyerek çıkıp gider.
Bir Kafasızın Öyküsü
Akyaka köyünde eskiden kalma bir değirmen vardı. Bu değirmenin sahibi Kadir Çavuş değirmen sürekli bozulsa da içindeki aletlerin yenisini almayıp tamir ettirirdi. Bir gün değirmenin taşı eskimiştir bunun üzerine yeni bir taş yaptırmaya gider. Taş yapılır ama baya ağırdır. Köye götürmek zorundadır. Köylülerden yardım ister. Bir çare düşünürler. Orada bulunan Şaban adında biri taşın ortasına bir adamın kafasını koyabileceklerini söyler, bu kafanın da kendi kafası olmasını kabul eder. Köylüler taşı bu şekilde aşağı indirir. Bakarlar ki Şaban’ın kafası orada yoktur. Aralarında Şaban’ın kafası normalde var mıydı diye sorarlar birbirlerine ama en son çare eşine sormaya karar verirler. Eşi de eskiden de kafası yok diye cevap verir.
İnce Beceri
Üç yılda bir herkesin coşkuyla kutladığı güzel bayramların yapıldığı bir ülkede yine bayram kutlamaları başlamıştır. İnsanlar becerilerini göstermek için çaba içindelerdir. Bir ara ince beden bir adam çıktı, becerisinin olduğunu söyleyip harekete geçti. Elindeki sicimin metresini git gide artırarak çuvaldızı bu sicimle dikti. Bu durumu görenler en büyük ödülü bu alsın dediler. Fakat daha sonra da adama kırk değnek vurulacak diye karar alınır. Bu ince becerinin insanlığa bir yararı yoktur denir. Halk önce biraz şaşırdı daha sonra bu durumu alkışladı.
Keçeci Çırağı
Kasabanın birinde kadının biri üç çocukla dul kalır. Dul kadın ben şimdi bu üç çocukla ne yapacağım diye saçını başını yoluyor. Komşuları üzülme onları çırak olarak esnaflara ver, sanat öğrensinler diye öneride bulunurlar. Kadın da çarşıya çıktı. Dükkânları dolaştı. Çocukların birini berbere, birini terziye, birini keçeciye verdi. Terzideki berberdeki çocuklar gönüllüce çalışıyordur. Ama keçeciye verdiği çocuğu dört gün sonra eve dönüp geldi. Annesi neden geldin diye sorar. Çocuk da anne sanatı öğrendim demiştir. Kadın şaşırır kalır. Aradan üç gün geçince usta çıkıp gelir, o işten kaytaran çocuğun annesine neden gelmediğini sorar. Annesi de oğlum sanatı öğrenmiş der ve sanatın nasıl olduğunu anlatır. Usta şaşırır kalır vay itin eniği hem kendi öğrenmiş hem annesine öğretmiş, çok akıllıymış diye içinden geçirir.
Burçak
Dedikodu köyde almış yürümüştü. Köyün içi çalkalanıyor. Kara Hafız’ın Yüklü’deki kendirlerin arasında Çil Fadime’yle görmüşler. Bu durumu Fadime’nin oğlu İbrahim duymuş, yatsı vakti onları yakalamış sonrasında eve gidip babasına anlatmış. Babası Allah'a bırakalım o daha iyisini bilir, yapar demiştir. İbrahim bu durumu sindirememiş ve bir plan yapmıştır. Kara Hafız ezan okuyacağı sırada onun aşağı ineceği merdivenlere burçakları dökmüştür. Kara Hafız ezan okuduktan sonra aşağı inerken feci şekilde yere düşerek beyni parçalanmıştır.
Şar Şar Akıtırım
Köyün birinde vergileri toplayan bir görevli vardır. Köylünün her türlü imkânını sömüren biridir. Bir gün lokantaya gider, çorbanın yanına limon ister. Garson limon kalmadığını söyler, adam bu duruma sinirlenir. Onun bu hareketlerinden korkan aşçıbaşı önceden sıkılmış limon olduğunu söyler. Adam da onu getirin diye söylenir. Sıkılmış limon gelince adam aşçıbaşı ve garsona bakın sıkılmış limonu bile şar şar akıtırım demiştir.
Uysal At
Gevenli ovasında uysal bir at vardır. Sırtına yük vur, yemini suyunu zamanında verme ses çıkarmaz katlanırmış. Bir gün başka köyde bir şenlik vardır. Bu şenliğe at sahibi bir adam giderken yanına gelen bir adam beni de götür deyince mecbur kalıp ata onu da bindirmiştir. Uysal at ise şimdi bunların üzerime iki kişi binmelerine izin verirsem ilerde daha çok kişi biner diye düşünür. Bunun üzerine yolda giderken aniden hızlanıp onları üzerinden düşürmeyi planlar ve yapar. Adamlar üzerinden hızla düşer.
Enayi Kim
Köyün birinde iki arkadaş kalkıp köylerinden pazara gitti. Kasabaya vardılar. İki arkadaş bir sigara yakmak için kar çakmak çıkarıp çakmaya başladı ama başaramadılar. Bunu gören iki şehirli dalga geçmek için biri cebinden elektrik fenerini çıkarıp bununla sigaranızı yakın dedi. Köylüler uğraştılar ama yakamadılar. Daha sonra şehirliler bunların ardından elektrik fenerinden sigara yakacağım diye uğraştı enayiler diye arkalarından gülerler. Köylüler de durumu anlattıktan sonra köyün kahvesinde velhasıl pilini bitirdik enayilerin diye konuştular.
Gâvur İcadı
Otobüs, içi tıka basa yol alıyordu. Bu otobüsün içinde şişko bir adam sürekli bağırarak yeniliklere karşı gâvurun icadı deyip durur. İnsanları bunları kullandıkları için suçlar. Daha sonra otobüsün şoförü dayanamaz ve der ki dürzü eğer traktör gâvur icadı ise bu otobüs de gavur icadı. Hem de günah, haram, neden biniyorsun? Allah iki tane ayak vermiş yürü şimdi kasabaya kadar diye söylenir.
Kardan Arkadaş
Dumlu köyüne kar düştü mü ununu öğüt derlermiş. Köyde ertelemeci bir adam olan Koca Hasan varmış. Ovaya, düze, yollara kar düşermiş, ununu öğütmez, odunu istiflemez, evinde çocukları unsuz odunsuz kalırmış. Bir gün düşünür ve kar ile arkadaş olmaya karar verir. Ona bana ne zaman geleceğini bildir ona göre hazırlıklarımı yapayım dedi. Zaman geçmiş, kış gelmiş. Hasanın eşi hazırlık yap demiş ama Hasan dinlememiş kardan haber beklemiş. Evlerinin önü karla kapanana kadar beklemiş sonunda dizlerine vurarak dövünmüş. Kar’a haber verecektin neden vermedin diye seslenir. Kar da sen çok safsın be Koca Hasan bakmadın mı etrafına nasıl haber vereyim önce başına düştüm sonra eteğine, ovaya, düze indim. Bunlar bir haber değil miydi diye söylenir. Onun için köydeki yaşlılar, kısaca der ki, Dumlu’nun başına ilk kar düştü mü ununu öğüt!
Sövmesen Olur Mu?
Kayadibi köyünden Yusuf Kavlak sövegen bir adamdır. O, köyde herkes sövegendi ama Yusuf’un sövgüleri daha göze batıyordu. O tutup imama, ağaya, tahsildara, başkentlilere filan sövüyordu. Köydekiler rahatsız olur, ona sövgüyü bırak derler. Çalık Ağa da oradaydı. Bırakamaz ki der Yusuf’tan yana. Yusuf’ta sana inat bırakırım dedi. Çalık Ağa’da çok değil üç gün bırak sana bir yemek dedi. Yusuf ağaya yemin eder. Üç gün boyunca sövmez, ağanın evine yemeğe gider. Herkes onu tebrik eder.
Adam Olamazsın
Kayadibi köyünde Kara Veli diye yoksul bir adam vardı. Çocuklarını her gün erkenden uyandırıp zorlukları görüp pişmelerini ister. En küçük olan oğlu tembeldir bu durumdan sürekli yakınır, sen adam olamazsın derdi. Oğlunun bu çok zoruna gider, köyden bir öğle vakti çeker gider. Yıllar geçer Kara Veli hala aynı işlerle uğraşıyordu. Köye jandarma gelir, Kara Veli’yi paşanın çağırdığını söylerler. Bunun üzerine Kara Veli paşanın yanına gider, oğlu olduğunu anlar. Oğlu, sen adam olamazsın dedin bak koskoca paşa oldum dedi. Babası da kalabalığın içinde utana sıkıla konuşarak ben sana paşa olamazsın demedim adam olamazsın dedim. Adam olsan babanı ayağına çağırmazdın dedi.
Akıllı Eşek
Yaşlıca bir köylü, yol üstündeki tarlasını bahçe yaptı. Bahçenin suyu olmadığı için bir de kuyu kazdı. Daha geniş kova kova su çekmekle baş olunmuyor. Onun için düşündü taşındı bir dolap yaptı. Daha sonra da eşeğini bu dolaba çanla bağlar. Yoldan geçen tahsildar bu çan ne işe yarıyor acaba diye içinden düşünür. Yaşlı adama bu eşeğin gözü niye böyle bağlıdır diye sorar. Yaşlı köylü eşek döndükçe çan ötüyor durursa ötmüyor dedi. Benim eşek biraz tembel olduğundan çok durur bu çanı ondan taktım diye açıklama yaptı. Tahsildar çok iyi akıl diye haykırdı. Yalnız bir şey var eşek durur ama başını sallasa çan gene öter o zaman ne yaparsın diye sorar. Yaşlı Köylü düşündü. Haklısın tahsildar efendi ama nerde benim eşekte sendeki akıl? Ben her eşeğin senin kadar akıllı olacağını sanmıyorum.
İmamın Karısı
Köyün imamının karısı vardır. Her şeyden memnuniyetsizdir. Çocuklarına hep kızar, döver. Eşi komşu köyde imamlık yapıyordur. O gelince herkese güzel davranıyor. Bu duruma komşusu şahit olmuştur, şaşırmıştır.
Sazlıktaki Yangın
Sazlıköy köyünde hasat zamanıdır. Köylüler tarlalarında çalışırken iki tane yabancı adam jip ile köye gelirler. Bu köyün insanları misafirperverdir. Bu yüzden bu iki yabancıyı muhtarın evinde misafir ederler. Bu sırada köyde yangın çıkmıştır, tüm köylüler bu yangının olduğu yere giderler. Yangını söndürmek gece vaktine kadar sürmüştür. Herkes evine döndüğünde bu iki yabancıyı göremezler. Ayıp oldu misafirlere diye söylenirlerken bakarlar ki evlerindeki çoğu eşya yerinde yoktur. Anlarlar ki herkesi misafir diye hemen kabul etmeyecekler.
Şerbela
Ankara köylerinde Şerbela diye bir adam türemiştir. İnsanlara her açıdan zarar veriyordur. Tünemiş köyünden Kel İlyas bu Şerbela’dan çok korkuyordu. Her an arkasını kolluyordu, gözüne uyku girmiyordu. Evde un bitmiştir değirmene un almaya gider. Yolda bir yolcu ile karşılaşır onu arabasına alır. Yolda bu yolcu ayakkabılarını ayağını ağrıttı diye yere atar bu durumu gören İlyas sinirlenir bana verseydin giymeyecektin madem diye söylenir. Yolcu da o zaman git al attığım yerden dedi. İlyas ayakkabıyı almaya iner sonrasında arkasını döndüğü sırada yolcu arabayı alıp gitmiştir. Anlar ki Şerbela kendisine musallat olmuştur. Arkasından gider ama arabası paramparça olmuştur. Bunun yerine yeni araba alsa daha iyi diye düşünür.
Dediğim Oldu Ama
Manca köyünün halkı eskiden beri ne biçse beye yarısını vermek zorundaydı. Kel Halil adında bir adam bu işten iyice bıkmış, ah şu Burdur yansa da kurtulsak dedi. Bir gün Burdur yandı haberi yayılır etrafa. Bunu duyan Kel Halil çok sevinir dediği oldu diye. Sonra Burdur'u gezer yanan yerler yoksulların mahallesidir, hayal kırıklığına uğrar ve der ki dediğim oldu ama dediğim gibi olmadı.
İpin Ucu
Akdere hacılı hocalı bir köydü. Bir Kadir Hoca varmış gelip geçmiş hocalar içinde. Çok yaşlıymış ama köyün hocalığı tatlı geldiği için bırakmak istemezmiş. Köyde istemeyeni de varmış, Duaları kimi zaman eksik ya da yanlış okurmuş. Bu durumdan dolayı yakınan çokmuş. Buna bir çözüm arar ve bulur. Kendi yetiştirdiği çömezlere ipi verip her yanlış söylediğinde bu çömezler düzeltecekmiş. Bir gün camide hutbe verirken şeytan çömezin biri bunu oynatır hoca da artık böyle devam edemeyeceğini anlar hocalığı bırakır.
Yeni Çarıklar
Yelliçam köyünden Dursun Kelleç bir çift yeni çarık dikindi. Bunun sevincinden ne yapacağını bilmiyordur. Herkese bunu göstermesi gerekti. Köy ıssızdı. Herkes ikindi namazındaydı. Baktı kimse camiden çıkmıyor. Ayakkabıları ile camiye girer. Abdestsiz bir şekilde namaz kılmaya başlar. Bu şekilde günah işlediğini düşünür. Daha sonra biri ayakkabıya dokunmuştu. Arkasına bakar bir köpektir bu. Ayakkabısını dişliyordur bunun üzerine herkes namaz kılarken o köpeğe bağırır. Hoca bu edepsiz kim diye bağırır. Dursun hem namazımı kılar hem de ayağımdaki çarığa saldıran iti kovarım kusura bakma çünkü ben bu çarıkları daha yeni giydim Hoca Efendi diye karşılık verir.
Üstaçığın Kadısı
Üstaçık şehrinde bir kadı vardır. İnsanları soyup sovana çeviren biridir. Haklı haksız insanları tehditle rüşvetle kandırır, onların elinde ne varsa alırmış. Gel zaman git zaman bu durum insanların canına tak etmiş başkente bu durumu şikâyet etmeye karar vermişlerdir. Bunu duyan kadı onları evine çağırır bir konuşalım demiştir. Halk kadının evine gelir, onlara kahve yaptırır. Daha sonra odasında bulunan altın küpünü gösterir. Küpün üzerinde az bir boşluk vardır. Kadı halka bu küpü göstererek gelen kadı için tekrar boş küpü doldurmak zorundasınız bu yüzden iyi düşünün bu şikâyet konusunu dedi. Bu durum karşısında tek söz bulup söyleyemediler. Şikâyet dilekçesini yırtıp attılar. Kahveleri içip gittiler.
Yaşlı Başlı Adamlar
Çok eskiden ülkenin birinde büyük kıtlık olmuş. Bu hali düzeltmek halkı aşıyormuş artık. Bu duruma başkenttekiler çare bulmaya çalışmış. Bir süre toplantılar yapılıp çareler aranmış. Kırk yaşından büyükler kesilecekmiş onların azığı ile de geriye kalan insanlar geçinip gidecekmiş. Bu durum üzerine harekete geçilmiştir. O sırada komşu ülke varlık içindeymiş. Bu durumu haber alınca bunu fırsat olarak görmüşler ve savaş açmaya karar vermişlerdir. Bunun için de komşu ülkeye soru yazarak mektup yollamışlardır. Kumdan halı yapıp göndermelerini isterler. Kıtlık olan ülkenin başkenti bu soruya karşılık vermek için çare ararlar. Önce umutsuzluğa düşseler de halktan kişiler harekete geçer, biz bunu yapmayı biliyoruz derler. Komşu ülkeye bu halının örneğini gönderin diye mektup gönderirler. Bu cevap üzerine komşu ülkenin insanları kıtlık yaşanan ülkede yaşlıların tümünü kestikleri yalandır demişlerdir. Yani yaşlıların ara sıra da olsa doğru düşünebildiği kastedilmiştir.
Karga Başından Gelen Saltanat
Dedem Köyünde ayı izi, kurt izi birbirine karışmıştır. Düzen kalmamıştı. Halk arasında saygı, sevgi kalmamıştı. Bu durumun düzelmesini istiyorlardır. Bir gün çocuklar aralarında karga benim diye kavga ediyorlardır. Karganın başını gövdesinden ayırırlar. O sırada orada yaşlı bir adam geçiyordur bu durumu görünce müdahale eder, onlara kızar. Ölen kargayı diriltir bu durumu gören çocuklar şaşkınlıkla ölen kargayı diriltti diye köye yayarlar. Tüm köylüler bu yaşlı adamın başına toplanır. Onun alim olduğunu düşünürler. Bu yaşlı adamı köylerinin imamı yaparlar. Ona her türlü imkânı sunarlar. Köy biraz düzene girmiştir. Bir gün camide bir aksilik olur. Hoca namaz kıldırırken bir ses çıkar kendisinden çıkan sesi herkes duyar. Bunun üzerine hoca devam edemez yanında ki çömezi de alır oradan gider. Çömez gitmeyelim dese de hoca boşver be oğul bir karganın başından gelen saltanat bu kadar olur! İşte bitti, haydi gidelim dedi ve köyden ayrıldılar.
Mis Kokulu Yorganlar
Ulupınarlı Tahir’in evine bir akşamüstü üç konuk geldi. Onları güzelce ağırladı, sıra uyumaya gelince misafirler abdestli namazlı olunca osuruk değmemiş mis kokulu yorgan istediler. Tahir’de konuklara yorganları getirdi. Yorganlarla birlikte üç tane de uzun kamış getirdi. Misafirler bu kamışı neden getirdiğini sorarlar. Tahir de sizden sonra başka konuklar gelir, onlar da benden osuruk değmemiş yorgan isterse nerden bulurum? Değil mi ama? Yorgan fabrikam mı var? Diye karşılık verip çıktı gitti konukların yanından.
Yedi Kat Yerin Altını Görenler
Kayadibi köyünün muhtarı anasının gözü bir adamdır. Çok akıllı şeytan bir adamdır. Bir gün iki hoca konuk oldu muhtara. Otururlarken de ikisi de güler neden güldüklerini sorar onlar da yerin yedi kat altını ve üstünü gördüklerini söylerler. Muhtar maşallah dedi ve karısına üç piliç kes yanına da pilav yap beni çağır dedi. Muhtar yemek pişince piliçli olan tabağı tahsildarın önüne koyar. Bu durumu gören hocalar muhtara sorar. Muhtar da az önce yerin yedi kat altını ve üstünü görüyordunuz oysa şimdi daha burnunuzun ucundaki pilavın içini görmüyorsunuz diye karşılık verir. Daha sonra ikisini kolundan tutup kapı dışarı atmıştır.
Şehirden Kız Alan Köylü
Beşirli köyünde Osman adında bir genç vardır. Anası ölmüş babası bir tane kadın alır. Kadın rahat bırakmazmış evde. Osman’da evden kaçıp kurtulmak ister, okumaya gider. Okur, iyi bir meslek sahibi olur. Şehirli bir kızla evlenir. Karısı çok inatçıdır. Bir gün karısını köyüne götürür, sohbet ederken bir konuda inada tutuşurlar. Bu sırada kadın ırmağa düşer. Irmağa düştüğü halde hala kavga ediyordur. En sonunda ırmak onu içine çekerken dahi kendi dediğini savunuyordur. Karısı boğulur. Osman da en iyisi ölüsünü çıkarayım şunu der ve aramaya başlar. Köylüler ne aradığını sorar. O da karımı diye cevap verir. Niçin yukarı doğru arıyorsun, aşağı doğru arasana derler. Osman da benim karı başkadır, inattır onun için yukarı giderek arıyorum diye karşılık verir.
Kavaklı’nın Eşekleri
Kavaklı köyünde Sağır Emin diye bir semerci vardı. Köylüler kendisini çok severdi. Çünkü yaptığı semer çok iyi dayanıyordu. Hem de eşeklerin sırtında yara bere açmıyordu. Günlerden bir gün Emir Usta hastalandı, üç gün içinde öldü. Bunun ardından köylüler ağıt düzdüler. Onlar böyle ağlarken eşekler sevinçten anıra anıra yeri göğü inlettiler. Emin öldü artık bize semer yapan bulunmaz derler. O sırada yaşlanmış koca bir eşek de bunlara kızar, tam tersi üzülün Emin Usta iyi bir semerciydi bundan sonra gelecek olan semerciler acemi olacak bizim canımız yanacaktır dedi. Eşeklerin içine sıkıntı çöker. Koca eşeğe semercilerden kurtulma çaresi yok mu diye sorarlar. Koca eşek de semercilerden kurtulmanın çaresi, her şeyden önce eşeklikten kurtulmaktır dedi.
Suların Durulması
Bir yer vardı, çok genişti. Bu yüzden bağımsızlığı yoktu o yerdeki insanların. Bir beyin kölesiydiler. Gel zaman git zaman bu durum halkı rahatsız edecek hale gelmiştir. Bir çare bulup bu suları terk edelim denir ve yeni su, kaynak aramaya başlanır. Bunu duyan bey saltanatı yıkılacağı korkusundan su aramaya çıkanları tutuklar hapse attırır. Halk buna rağmen pes etmez, güzel bir su bulurlar. Bundan sonra düzen değişir, bey düzeni yıkılır. İnsanlar artık özgür güzel bir yaşam yaşarlar. Suyu içtikçe canlanırlar.
Alan Şeyh Değil, Veren Bizik
Yağbasan köylüleri Hacı Şemsettin’e hürmetten dolayı iki keçinin yağını, peynirini bir de kılını götürüyorlardır. Gel zaman git zaman iki keçi çoğalarak yüz elli keçi olmuştur. Ama halk ise git gide yoksullaşıyordur. Bunun üzerine harekete geçerler. Durumu şeyhe bildirmeye giderler ama onun yanına varınca dilleri tutulur. Tekrar köylerine dönünce artık vermeyelim keçinin yağını, peynirini, kılını diye anlaşırlar. Yıllar geçer, Şeyh köye gelmez neden keçinin ürünlerini göndermiyorsunuz diye. Anlarlar ki şeyh bir şey istememiş kendileri enayi gibi götürmüştür bunca zaman.
Ona Aylık Bağlandı
Köyün birinde büyükler oturup örnek köy yapalım diğer köyler ders alsın onlar da kendi köylerini kalkındırsınlar diye düşünürler. Örnek köy yapılır. Damızlıklar satın alınır ama memnun kalmazlar. Tekeler, koçlar, boğalar yiyip içip paşa gibi uyuşuk yatıyorlarmış. Bu durumdan dolayı damızlık satan adamı suçlarlar. Damızlığı satan Süleyman’ı çağırırlar. O da tekeye bir sorayım bir derdi dileği var mı yok mu diye dedi. Süleyman konuşur tekeyle, teke bizim rahatımız çok iyi her şey ayağımıza geliyor, aylık işliyor yan gelip yatıyoruz demiştir. Süleyman bu durumu köylülere anlatır onlar da şaşırır kalır. Maaşlı memur diye adlandırılır bu damızlık hayvanlar…
Mısır Tarlasında Domuz
Bir gün Ekiz Ali dağda odun ediyordu. Birden yanına terleyerek tıslayarak bir adam çıkıp geldi. Bu adam yolunu kaybetmiş Ali’den yardım istemeye gelmiştir. Ali yemeğini, suyunu paylaşır. Sonra onu köye götürür orada da iyice ağırlar. Sonrasında onu yaşadığı yere yollamıştır. Bu adam adresini önceden Ali’ye vermiştir Ali’de bir gün mal satmaya gidince bu adamın yanına da uğrayım demiştir. Adam önce tanımamazlıktan gelir sonrasında da işim var sonra gel demiştir. Bunu sürekli yapmıştır. Alin’inde bu duruma canı sıkılır. Kendi benim evime geliyor ağırlıyorum ama kendiyse iş yerinde bile güzel karşılamıyor diye geçirdi içinden. Gel zaman git zaman köyde mısır zamanı gelir. Ali’de tarlada sıkı bir şekilde çalışıyordur. O sırada yanına yine bu adam gelir. Onunla azığını paylaşır, yatağında onu yatırır. Kendi de uyumaya köye gitmek zorundadır. Adama da yanına domuz gelirse tüfekle vurmasını söyler. Sonra aklına şeytanlık gelir, bu adamın atını ipinden çözer tarlaya bırakır. Hışırtı sesi gelmesiyle adam karanlıkta domuzu vurdum sanarak aslında atını vurmuştur. Sabah Ali domuz seni rahatsız etti mi diye hususi sorar. Adam bakar ki kendi atını vurmuş, sinirle bağırmıştır. Ali içinden senin at, benim at olacak değildi ya diye söylenmiştir.
Köpekleri Değiştirin
Akçaköy’ün bir sürüsü varmış. Bu sürüleri koruyan iki köpek bir de enik varmış. Gel zaman git zaman sürüden her gün beş on koyun azalıyormuş. Köylü bu duruma artık el atmak istemiş. Ağali diye bi adama fikir danışırlar. O da köpekleri değiştirin demiştir. İki köpeği atmışlar ama eniği bırakmamışlar. Buna rağmen yine her gün koyun eksiliyormuş. Ağaliye kızmışlar bu durumu anlatarak. O da hepsini değiştirdiniz mi diye sorar onlarda enik vardı onu değiştirmedik dediler. Ağali çok kızmış, köpeklerin hepsini değiştirin demiş.
Eğri Büğrü Arkadaşlık İstemem
Eski masalların birinde tilkiyle yılan arkadaş olmuş, etraflarında bu arkadaşlıkları çok dikkat çekiyormuş Görenler şaşırıyormuş, onlardan korkuyorlarmış. Bir gün bir yerden dönerken ırmaktan geçmek zorundalarmış, yılan yüzme bilmediği için tilkinin üzerine çıkmış ona sarılmış. Irmağı geçmişler ama yılan tilkiyi sarmalamış sıkıyormuş, tilki yılanın kendini boğmaya çalıştığını anlamış onu uyarmış yılan ısrarla boğmaya devam etmiş Tilki ölmüş taklidi yaparken yılancığım dostum gel seni son kez yanaklarından öpeyim demiş, yılanı ağzına almış ısırıvermiş başını. Yılan kıvrılarak can çekişip ölmüştür. Tilki kıvrılan yılanı düzeltmiş, ardından da öyle eğri büğrü arkadaşlık istemem yılan efendi işte böyle dosdoğru arkadaşlık isterim demiş ve oradan geçip gitmiştir.
Et Mi Satacağız, İt mi Koğacağız
Buğra köyünden Bağraçık İsmail iki yıl İstanbul’da kaldı. Her türlü işte çalıştı ama umduğu parayı biriktiremedi. Bir gün kasabın önünden geçerken aklına bir fikir gelir köye kasap açmayı düşünür. İki çengel, bir satır, bir de kantar alıp et dükkânı açtı. Köylülere et verirken her yerden köpekler hırlamaya başlar. Bu durum iyice kötüye gider. İsmail’de artık dayanamaz et mi satacağız it mi kovalayacağım vazgeçiyorum diye haykırır. O sırada köyün yetmişlik Hörü ebesi İsmail’e akıl verir der ki bu işi bırakma pes etme köpeklere kemik at onlar uzaklaşır sen de işine devam edersin. Bağraçık İsmail kalkıp ebenin dediği gibi yapar, rahata erişir.
Özgür Leylek
Zorrasek deniz kıyısında bir kasabadır. Bir yakada Müslümanlar, bir yakada Hristiyanlar oturur. Baharla birlikte bir ala leylek süzülerek çarşıdaki l serenin başına konar. Bunun üzerine Müslüman ve Hristiyanların arasında tartışma çıkar. Bu leylek Müslüman mı Hristiyan mı diye. Bir gün leylek caminin içine girer, gezer sonra çıkar bunun üzerine Müslümanlar sevinir, kuşun Müslüman olduğunu kanıtlamış olduk derler. Fakat Hristiyanlardan kabul etmeyenler olur. Gel zaman git zaman leylek kilisenin önce bahçesine iner. Sonra içine girer orada bulunan küp dikkatini çeker kapağını gagasıyla açar içindeki sıvıyı içer hoşuna gider içtikte başı döner bu içtiği şey şaraptır. Bunu gören Hristiyanlar sevinir fakat bakarlar ki putun üzerine çişini yapmıştır. Bunu gören papa sinirlenir, bağırır, çağırır. Ala leylek oralı olmadı. Uçup gitti. Özgür bir leylekti artık o.
Koca Veli
Koca Veli adında yetmişinde bir adam vardır. Karısı artık senin yaşın geçmiş işin bitmiş deyip durur. Koca Veli’de bu dediklerini tınlamaz. Bir gün torunları yanına gelir keselerinde şeker vardır. Bunu köyün meydanında yabancıların verdiğini söylerler. Koca Veli onlara kızar yabancılardan bir şey alınmaz diye söylenir. Bu durum üzerine Koca Veli köyün meydanına gider kalabalık vardır. Yabancılar köydekilere erzak dağıtıyordur. Köylüler Koca Veli’den çekinirlermiş, onun bakışlarını görünce korkmuşlardır. Koca Veli yanına yaklaşmaya çalışan yabancılara uzak durun diye terslemiştir. Onları bakışlarıyla köyden kovmuştur.
Uzun Kavak
Uzun bir kavağın yaşamla mücadelesi ele alınmıştır. Mevlit adında bir adamındır bu uzun kavak. Onun yanına kabak dikilmiştir. Bu kabak büyür kavağın boyunu aşar. Kavak rahatsız olur bu durumdan. Daha sonra kabak kesilir oradan. Mevlit kavağı birine satar. Kavağı keserler.
Çobanın Karısı
Köyde düğün oluyordur insanlar vur patlasın çal oynasın halindedirler. Düğünde köyün çobanının karısı Ayşeli’de vardır. Ayşeli düğünde oynamayı çok ister fakat onu bir türlü oynatmaya izin vermezler. Bu duruma Ayşeli’nin canı sıkılır evine gider. Eşi Çoban Mustafa Ali işten gelir, evde ne yemek ne ısınmış su hazır değildir. Bir gariplik olduğunu anlar eşini çağırır. Eşi de kendini çoban karısı diyerek küçümsediklerini, oynatmadıklarını söyler. Köylülere kendini küçümsemenin ne olduğunu göstermek için eşinin bir süre çobanlığı bırakmasını ister. Bir gün sonra köylüler Çoban işe gitmeyince evine giderler. Neden işinin başında olmadığını sorduklarında çoban durumu anlatır. Karısı için akşama kadar davul zurna çalınırsa işine döneceğini söyler. Ayşeli geceye kadar köyün meydanında davul zurna eşliğinde oynar. Sonra da eşi gelir onu alır evlerine giderler.
Öksebey
Kargadan küçük serçeden büyük nalet bir kuş uçarak purç arar, sonunda Ahlat ağacının yakınında bulur ve yer. Bu hikayede Ahlat ağacının yakınında yetişen purç yani bazı ağaçlarda biten asalak bitinin mevsimler içinde dönüşüm içinde geliştiğini detaylıca anlatmıştır. Hikayenin sonunda Ahlat ağacı ölür, purç öbeklerinin gelişimi durur.
Ağasıyla Uşağı
Bir ağa ile uşağı vardır. Bunlar bir gün yolculuğa çıkarlar. Bir anda ağa uşağı durdurur yerdeki şeyin ne olduğunu sorar. Uşak’ta manda mayısı olduğunu söyler. Ağa’da bu manda mayısını yerse ona atını, konağını vereceğini söyler. Uşak önce iğrenir göze alamaz gibi olur ama sonunda bunun karşılığında verilecek olanlar ilgisini çeker, kabul eder. Uşak manda mayısını yer. Ağa da sözünü yerine getirir atını, konağını, avradını uşağına verir. Herkes önce bu duruma şaşırır daha sonra ağa durumu açıklayınca insanlar bir şey diyemez. Gel zaman git zaman bu durum eski uşak olan yeni ağayı rahatsız eder. Bir gün yola çıkarlar Ağa uşağı durdurur yerde ne olduğunu sorar. Uşak da manda mayısı olduğunu söyler. Ağa onu yemesini söyler karşılığında atını, konağını vereceğini söyler. Uşakta kabul eder, manda mayısını yer. Artık her şey eski düzenine dönmüştür.
Sevdalı Karınca
Bu hikâyede küçük karıncanın ömrü boyunca şalvarlı yârini aradığı anlatılıyor. İnsanların, doğanın karıncayı sürekli küçümsediği anlatılıyor. Tasvir fazladır, olay yoktur.
On Binlerce Kağnı
Koca dünya fır fır dönüyordu. İnsanlar her şeyi toplayıp amansız bir yolculuğa çıkmıştı. Tüm ahali toplanmış hızla yeni yolculuklara çıkmıştı. Kağnıların meşeden tekerleri dönüyor, yeri göğü bir gıcırtı dolduruyordu. Limanlar, istasyonlar, çivisi çıkmış bir ülkenin insanlarıyla dolup taşıyordu. Birden büyük bir gürültü koptu arkadan! Jiplere gelenler yaya olarak kağnılarla gidenlere kornalarını öttürerek yol verin demeye çalışıyorlardı. On binlerce, yüz binlerce kağnı yol almıştı. Yol verseler bile kuyruk boyu uzundu. Kalabalık birbirine girdi. Sonunda bir sessizliğe gömüldüler. Arkasından acıklı bir plak çaldı radyolarda.
DEĞERLENDİRME
Fakir Baykurt 1929 yılında Burdur’da doğar. Edebiyata şiirle adım atan Fakir Baykurt, daha sonra toplumcu gerçekçi bir yaklaşımla kısa hikâyeler ve köy notları yazar. İncelediğim bu kitapta yazar köy hayatından kesitler sunmuştur. Halkın konuşma dili güzel bir şekilde yansıtılmıştır. Bu öykü kitabını en sevdiğim akım olan toplumcu gerçekçilerin içerisinde yer aldığı için severek okudum. Fakir Baykurt okumayanlara bu kitap ile mutlaka başlangıç yapmalarını tavsiye ederim.
Yazan: Fatma Özdemir
On Binlerce Kağnı Kitap Özeti
Eser elli beş öyküden oluşuyor.
On Binlerce Kağnı
Yoksulluk dolayısıyla göç etmeye çalışan bir topluluğun öyküsüdür bu. Daha onlar birini kullanmamışken yeni icatları doğurmaktadır teknoloji. Bunun üzerine hep beraber kağnılar ile göç ederler. Deniz önlerine çıkınca araçlara binerler. Yolda araçlar ile kağnılar karşılaşır. Yol verecek olurlar ama yol verilecek gibi değildir kalabalık. Bu radyolara bile haber olur.
Körler Ülkesi
Hiç iyilik bilmeyen, deyimleri, atasözleri olmayan bir köy vardır. Bu köylülerin gözü görmez. Hepsi kör karanlık kördürler. Bir gün gören birisi düşer köye. Bu adam her şeyi gördüğünü söyleyince köydekilerin ağzı açık bakakalır. Bu adamı teste tabi tutarlar. Karanlık yere götürürler ve burada da görüp görmediğini sorarlar. Adam da karanlıkta göremeyeceğini söyler. Tekrar dışarı çıkarıp kaç kişi olduklarını söylemesini isterler. O da beş kişi olduğunu söyler. Sonra adamın görme yetisini alırlar. Adam da onlar gibi kör olur. Bir süre sonra evlenir. Çocukları olur. Çocuklarının gördüğünü görünce kimseye söylemezler. Bu öyküde görmek aslında eğitim ile bağdaşır. Eğitimli insanın gözündeki perde aralanır.
Eğer Hayvan İsek
Bir köye Baytar, doktor gibi önemli şahıslar yemeğe gelirler. Köylüler onları çok iyi karşılar. Köylülerden biri doktora evde hastası olduğunu söyler. Ona bakması için yalvarır. Ama doktor dinlemez. Sizin hayvandan farkınız yok der. Bu defa köylü baytarın yanına gider. Ona evde hastası olduğunu söyler. Baytar doktora neden demediğini söyler. Köylü ise kendilerini hayvan olarak gördüğü için gelmediğini söyler. Baytar, doktorun yanına gider. Hayvansa ben bakarım. İnsansa sen bakarsın der. Yarı sarhoş olan baytar ve doktor dengelerini kaybederek yere düşerler.
Gömez’in Mehmet
Görmez’in Mehmet ile Bektaşi arkadaşlardır. Tokat’tan Ankara’ya sıva işi için gelirler. İki yevmiyeye çok iş yaparlar. Adamın işi bitince daha nitelikli elemanlara ihtiyaç duyar. İşten çıkarılınca iş ararlar. İşi bulunca iki arkadaş adamın peşine takılır. Bu adam işveren değildir. İki arkadaşı da soyar.
Ramazan Gelip Geçmiş
Yukarıdolan köyü ile Aşağıdolan köyü birbirine çok yakındır. Aşağı Dolan köyünde Yukarı dolan köyüne göre bilir kişiler çoktur. Ne anladıklarını bilmeyen, anlamak gibi bir gayesi olmayan insanlar topluluğudur. Bir kitap dinle alakalı bilgiler içerir. Ama ihtiyarlar bunu dikkatsiz okurlar. Amaçları insanları aydınlatmak değildir. Okumak için okurlar. İnsanlar da dinler ama anlamaz. Bayrama kaç gün olduğunu karıştırırlar. Mıhtıkçı Celal Ağa gelecek Cuma bayramın olduğunu söyler. Yongalı Kadir Emmi de ondan sonra ki Cuma olduğuna diretir. Aşağı Dolan Köyündekilere sorduklarında gülerek bayram geçeli iki Cuma olduğunu söylerler. Buranın insanları böyle gelir, böyle gider. Bilgili kişi gelip ayıktırsa yine bilmezler. Onlar için köydeki yaşlı bilginlerinin dedikleri doğrudur.
Burunları Kısılmış
Yaparcık adında cahil bir köy vardır. Bu köyün imamı, öğretmeni, doktoru yoktur. Herkes kendi kafasına göre doktor, öğretmen ilân ederler. Ama arlarında hiç imam yoktur. Komşu Ovalı köyü Yaparcık köylülerini geri olarak görür. Yaparcık köyünden iki genç Ovalı köyüne imam aramaya gider. Orada top sakal, yanakları kırmızı bir genç imam bulurlar. Bu imam Yaparcık köyüne gelir. Toprak sıvalı câmi yaptırır. İlk on gün bu imam bunlara namaz kılmayı öğretir. Herkes imam ne yapıyorsa onu yapar. Zaman geçtikten sonra köylülerin namazı öğrendiğinden emin olur. Beraber cemaate katılırlar. Yine o gün hocanın yaptıklarını yaparlar. Tam secdeye eğilirken imamın burnu yerdeki tahta zemine sıkışır. Köylülerde bağırarak “burnum sıkıştı” derler. En sonunda tüm köylülerin burnu tahtaya sıkışır.
Rizeliler
Enver ve Kamber adında Rizeli iki genç vardır. İstanbul’a çalışmak için giderler. Çalışırlar ama daha da zarara uğrarlar. Daha sonra Enver ve Kamber bir plan yapar. Adam dövüp para kazanmayı kafaya koyarlar. Unkapı’da buluşurlar. Bir köprünün bir başına Enver, bir başına da Kamber geçer. İlk gelen adamı dövüp parasını alacaktır. Bir adama aynı planı uygularlar. Dövmeye kalkarken bu adam hızlı davranıp onları döver. O döven adamın da Rizeli olduğunu anlayınca ne kadar şanssız olduğunu anlarlar.
Kıvrımının Kıvrımının Kıvrımında
Bir camide imam bazen kendi kendine bazen üç kişiyle namaz kılmaktadır. Az kişinin namaz kılmasından oldukça şikayetçidir. Bunu manava, berbere, kasaba hep yansıtır. Kasaba gelince öfkesi durur ve et alır. Parasını hiçbir şekilde ödemez. Esnaf oldukça şikayetçidir bu durumdan. Borçlarını da isteyemezler. Bir gün manav sigara yakacakken imamın sarığının kıvrımının kıvrımına ateş atar. Bu sarıktan yavaş yavaş duman çıkar. Bunu gören esnaflar ilk başta duman kokusunun ondan geldiğini söylemezler. En sonunda söylerler. İmam da daha önceden söyleseydiniz sarığım yanmazdı diye yakınır.
Şaşkın Şaşkın
Kara Memiş adında cahil, yoksul bir adam vardır. Cahilliği yoksulluğundan mı yoksa yoksulluğu cahilliğinden mi geliyor onu pek kestiremez. Annesi olsun muhtar olsun ona hiçbir işe karışma diye tembihlemişlerdir. Bir gün çift sürerken bir adamın elini başına alarak “şaştım, şaştım!” diye bağırdığını duyar. Memiş bu adamın derdini öğrenmek için yanına gider. Şaşırmasının sebebini sorar. “Adam da sana şaşırıyorum” der. Arkasını döndüğünde çiftteki öküzler kaçmıştır. Bunun üzerine adamı bırakıp tarlaya koşar.
Ciğer
Yoksul bir adam kasaptan içeri bakıyordur. Kasaptan et alan dışarı çıkar. Adı Ali olan bu yoksul adam birinin dikkatini çeker. Ona acıyan adam ona ciğer alıp verir. Ali çok teşekkür eder. Ertesi gün bu adam Ali ile karşılaştığında ciğer yağlı mıydı? diye sorar. Bu durum dört defa tekrarlanır. Olur olmaz yerde arkadaşlarına rencide olmaktadır. En sonunda ciğer alarak adama götürür. Kasaba da borcunu en kısa zamanda ödeyeceğini söyler.
Onun Terliği, Senin Ensen
Kalabalık bir pazarda sesler, insanlar birbirine karışmaktadır. Pazardaki terlikçinin bir adam gözüne çarpar. Canı boynuna bir şamar atmak ister. Bunu bir adama yaptırır. Karşılığında terlik verir. Adam niçin vurduğunu sorduğunda “onun terliği senin de bu ensen oldukça daha çok şamar yersin” der.
Ayılar
Sarımbey köyünün erkekleri erken ölüyordur. Sefer Dede adında çok yaşamış bir kişi vardır. Bu dedenin bir de torunu vardır. Torununa öğütler verir. Torunu Dursun da şehri merak eder. Sefer Dede odun ve yoğurt satmaya şehre onu yollar. Bir adam yoğurt ve odunun fiyatını düşürmeye çalışır. Dursun da dost kazanayım diyerek dediğini kabul eder. Adama evine kadar eşlik eden Dursun aşağılanır. Köylü diye küçük görünür. Köye gittiğinde Sefer Dede’ye olanları bir bir anlatır.
Sugözü’ndeki Görevli
Sugözü’nde kurnaz bir görevli vardır. Bu adamı gören herkes sever. Aldığı parayı bankaya atan görevli diğer geçimlerini de bedavaya getirir. Onu sevenler hep ona bir şeyler getirmektedirler. Yoğurt işini muhtar üstlenir. Köyde görevliye yoğurt yapacak kişileri sıraya bindirirler. Görevli Esme adındaki kadının yoğurdunu çok beğenir. Bir süre sonra Esme yoğurt yapmayacağını söyler. Muhtar buna sinirlenir. Esme yoğurdu eşek sütünden yaptığını söyler. Bunun üzerine muhtar doğruları görevliye anlatır. Görevli kızsa da hep o yoğurttan ister. Muhtar eşekleri doğuran köylüleri tespit edip görevliye aksatmadan yoğurt getirir.
Dalak
Bir gün Ceylan köyüne doktor gelir. Tellal, köylünün meydanda toplanması için çağırır. Köylülerin dalağına bakılacaktır. Köylüler birer birer muayene olurlar. Olup biteni not alırlar. Sonra Tuzcu Dudu adında bir ebe muayene olmaya gelir. Doktora gözü ağrıdığını söyler. Doktor eline reçete verir. Tuzcu Dudu elindeki kâğıdı gereksiz bulur ve doktora çıkışır.
İmamların Sınavı
Gergeme adında yoksul bir köy vardır. Niyazi Hoca, köyün tek imamıdır. Kirazlıdan gelen bir adam Niyazi Hocayı eleştirir. Aş diyeceğine taş diyen bu Niyazi Hoca fena adama çatmıştır. Bunun üzerine köy ikiye bölünür. Karşı taraf yeni bir imam getirir. Deli Nuri adında bir adam onların sınava tutulmalarını önerir. Böylece sorun ortadan kalkacaktır. Köylü toplanıp iki imamın eşek yazmasını ister. Niyazi Hoca eşek çizer. Diğeri ise sülüs ile eşek yazar. Niyazi Hoca sınavı kazanır.
Ördek Hüseyin
Hüseyin adında alıngan bir adam vardır. Bu adamın burnu büyük olduğu için ona ördek derler. Hüseyin de bu alaylardan dolayı paranoyaklaşmıştır. İnsanlardan şüphe etmeye başlamıştır. Birisi suratına uzun uzun baksa içlerinden alay ediyor zanneder. Bir gün bir arkadaşı evine gelir. Ne var ne yok diye sorar. Hava yağmurlu dediğinde evinden kovar. Arkadaşı nedenini sorduğunda ise bana ördek demeye çalıştın der. Bunun üzerine adam sen ördekmişsin haberim yokmuş der.
Bir Kafasızın Öyküsü
Akyaka köyünde çok eski bir değirmen vardır. Bu değirmenin yeni bir taşa ihtiyacı vardır. Değirmenci usta bu taşı bulur. Ama ağır olduğu için köye getiremez. Köylülere rica eder. Köylük yerde yardımlaşma olduğu için bunu hemen kabul eder köylüler. Taşın olduğu yere gelirler. Taş ağırdır. Taşın bulunduğu yere kağnı da çıkaramamışlardır. Şaban adında kendini akıllı sanan bir adam fikir ortaya atar. Taşın ortasına bir kafa koyup taşı aşağıya yuvarlarsak taşa bir şey olmadan aşağıya iner der. Şaban kendi kafasını taşın arasına koyar. Aşağı indiklerinde köylü Şaban’ın kafasız olduğunu görürler. Karısına kafalı mı kafasız mı olduğunu sorarlar. Kafasız olduğunu duyunca köylüler içinden bir oh çeker.
İnce Beceri
Mayısın ilk haftası şenlikle dolar köy. Herkes hünerini yahut emeğini ortaya koyar. Birinci seçilir ve armağanı sunulur. Bir adam yeteceğini göstermek için halkın önüne gelir. Şapkasından çuvaldızı çıkarır. Sicimi çuvaldızın dar deliğinden geçirebildiğini söyler. Halk bunu basit bulur. Bunun üzerine beş, altı metreden çuvaldıza sicim geçirir. Halk buna şaşırır. Yeteceğinden dolayı kırk altın verilir. İnsanlığa faydasız olduğu için kırk sopa vurulur.
Keçeci Çırağı
Bir kadın üç çocuğu ile dul kalır. Komşular ona çocuklarını okutursun ya da sanat öğretirsin derler. O da çocuklarını okutmaya çalışır. Ama okutamaz. Sanat öğrensinler diye ustanın yanına verir. Haylaz oğlan üçüncü gün çıkıp gelir. Annesi niçin geldiğini söylediğinde ise öğrendiğini söyler. Usta sinirle eve gelir. Annesi de oğlum sanat öğrenmiş der. O da üç günde sanat mı öğrenilirmiş der. Kadın “Atıyormuşun yün oluyor! Tepiyormuşun keçe! Çevirip dikince de külah! Ondan sonra koy başına, git işine!" der. Usta anasına da öğretmiş der ve gider.
Burçak
Kara Hafız köyün imamıdır. Eski karılarının üzerine çeşit çeşit güller koklamış hepsini teker teker eskitmiştir. Çil Fadime de balık etli bir kadındır. Kocası Tokur Hamdi’den gizli Kara Hafızla Urkuşun kuzuluğunda her yatsı dan sonra cilveleşirler. Tokur Hamdi çok temiz çok sofu adamdır. Köyün kocakarıları, genç gelinleri her şeyi bilirler. Bir gün Cık Mehmet Çil Fadime’nin oğlu İbrahim’e anasının neler çevirdiğini anlatır. İbrahim de Çık Mehmet’in ne kadar kötü niyetli olduğunu bildiği için anasından emin olmadan babasına anlatmaz. Cık Mehmet, İbrahim’e inanması için yatsıdan sonra Urkuş kuzuluğuna gitmesini tembihler. İbrahim bekler ve yatsıdan sonra anasının Kara Hafızla Urkuşun kuzuluğunda neler yaptığını görür ve dünyası altüst olur. Hemen babasına söyler. Tokur Hamdi inanmaz. Allah’a bırakır. Allah ikisine cezasını verir, biz karışmayalım diye oğlunu tembihler. İbrahim düşünür ve aklına bir fikir gelir. Daha önce buğdaydan dolayı ayağı kayıp düşmüştür çocuk olduğu için kırığı çıkığı olmamıştır. Ama Kara Hafız bu buğdaylardan kurtulamaz diye düşünmüştür. Yine Kara Hafız Çil Fadime ile buluşmadan önce yatsıyı okumaya koyulur. Çil Fadime de Hafıza bakıp durur. İbrahim bir torba buğdayı alır ve minareye tırmanır. Gelip eve uyur.
Sabah olunca babası İbrahim’i uyandırır ve Hafız’ın beyninin patladığını söyler. İbrahim de “ sen bir poşet burçağa dua et” der hiç oralı olmaz. Tokur Hamdi bunun Allah işi olduğunu zanneder. Çil Fadime de gizli gizli ölen sevgilisi için ağlar.
Şar Şar Akıtırım
Günlerden bir gün köyün yiğidi gurbetten gelir. Bu diğer köylüler gibi değildir. Kimsenin karşısında ezilip bükülemez. Her şeyi şanı yapar. Muhtar bile diz çöker böylesilerin önünde. Kimi kimsesi yoktur ama epey kuvvetlidir. Köydeki evde konaklarken temiz çarşaf, yastık ister. Bir gün bir köye gider ve eve dönmeden acıkır. Atını Boyalı Han önündeki dudun gölgesine bağlar. Masaya oturur. Garson hemen yanına gelip menüyü söyler. Çorba getirmesini söyler. Garson bu adamı çiftliği olan ağalardan sanar ve çok korkar. Garsondan bu delikanlı limon ister. Limon kalmadığını söylemeye kalmadan delikanlı masada sarı bir şey görür. Onu getirtir. Şar şar akıtırım diyerek sıkar.
Uysal At
Gevenli ovasındaki köylerden birinde adı meşhur çok kuvvetli mülayim bir at vardır. Bu at, at olmanın kaderinde yük çekmek, eziyet görmek olduğunu düşündüğünden ses çıkarmaz. Birgün Gevenli ovasındaki başka bir köyde şenlik vardır. Bütün köylüler davetlidir. Uysal atın sahibine baldırı çıplak bir komşusu atına beni de al diye yalvarır. At kara kara düşünür. Çünkü bugün üstüne iki kişi binecek yarın sekiz kişi binecektir. Hemen bir çare düşünür ve dört nala kalkar. Bunun üzerine ikisi de sere serpe yere düşer. O günden sonra atın üstüne çift binmeye korkar olurlar.
Enayi Kim
Köyün birinde iki arkadaş pazara kasabaya giderler. İki arkadaştan birisi sigara yakacaktır. Sigarayı bir türlü yakamaz. Yoldan iki şehirli geçerken onların dikkatini çeker. Elektrik feneri ile yakabilirsiniz sigaranızı der. Köylü arkadaş bununla da sigarasını yakamaz. Kasabalı onlarla dalga geçerek eğlenir.
Gâvur İcadı
Bir gün otobüste şişko adam herkesi etkisi altına alarak konuşur. Otobüstekilere şehirde zina var. Kızlar çıplak jimnastik yapıyor diye bağırır. Şoför tuvalet molası verir. Traktör ile bir delikanlı geçiyordur. Delikanlıya haram günah demeye başlar. Traktörün gâvur icadı olduğunu anlatır. Traktördeki delikanlı şişko adama günahsa neden otobüse bindiğini ve yürümesini söyler. Yolcular şoförün de işaretiyle tek tek otobüse binerler.
Kardan Arkadaş
Dumlu Köyünde Koca Hasan adında bir köylünün evi vardır. Bu köyde herkes kar yağınca ununu öğütür odununu hazır eder.
Koca Hasan adındaki vatandaş ise sürekli her işini erteler. Kar kış yaklaşmaya başladıysa da Koca Hasan’ın karısı daha var diyerek erteletir. Koca Hasan düşünür aklına bir fikir gelir. Karla arkadaş olup karın ne zaman geleceğinden haberdar olmaya çalışır. Kar ile anlaşır. Kar ona kış gelince haber edecektir. Kış gelince yine herkes ununu öğütür. Odununu yüklükte hazır ederler. Koca Hasan hâlâ kardan haber beklemektedir. Kar gelir kapıya dayanır. Kapılar açılmaz olur, sular donar içilmez olur. Koca Hasan kara çok öfkelenir. Neden haber vermediğini sorar. Kar da dağın başına yağınca görmediğini. Ovaya düz inince yine fark etmediğini söyler. Koca Hasan ve çocukları açlık içinde kışı geçirirler.
Sövmesen Olur Mu?
Kayadibi köyünden Yusuf Kavlak sövmeyi adet edinmiş bir adamdır. Köydeki herkes küfürlü konuşuyordur ama Yusuf daha çok göze batıyordur. Herkes eşeğine, karısına, orağına, baltasına, muhtarına küfrederken Yusuf ise imama, ağaya, memurlara söver. Köylüler toplanıp Yusuf’a sövmemesi için öğütler verir. Çalık Ağa boşuna bu adam bırakmaz diye konuşunca Yusuf inadına bırakmaya karar verir. Çalık Ağa, Yusuf ile çok uğraşır ama hiçbir oyuna gelmez. Küfretmeyi de bırakır.
Adam olamazsın
Kayadibi köyünde Kara Veli diye yoksul bir adam vardır. Tırpandaki Hüsnü’nün eski akrabasındandır. Beş oğlu, üç kızı bir de karısı vardır. Çocukları okumak istese de okutmaz. Vurayım sırtlarına çalıştırayım diye düşünür. Oğlu ben bey koltuğuna oturacağım diye babasıyla tartışınca evden kaçar. Babasının okuyamazsın demesi onun zoruna gitmiştir. Yıllar sonra iki jandarma köye gelir. Kara Veli’yi tutup paşanın önüne götürürler. Paşa oğludur. Oğlu paşa oldum deyince “sen paşa olmuşsun ama adam olamamışsın” der.
Akıllı Eşek
Yaşlı adam kurak tarlasını bahçe yapar. Bahçenin su sorunu olduğu için bir de kuyu kazar. Kuyu derin olunca bir de dolap yapar. Yaşlı köylü eşeğini dolabın içine koyup gözlerini bağlar. Köylüler bu duruma ses etmez. Ama bir gün tahsildar eşeğin bu halini sorar. Görenek olduğunu söyler. Çanı kendisi taktığını söyler. Domatesleri sulamak için çanın çalması gerektiğini belirtir. Tahsildar eşeğin dursa da çanın çalacağını söyler. Yaşlı adam eşeğinin kendisinin eşeği gibi akıllı olmadığını söyler.
İmamın Karısı
İmamın karısı sinirli, önüne gelene beddua savuran memnuniyetsiz bir insandır. Kundaktaki bebeğe kadar döver. Deli Mehmet’in evi hemen evlerinin karşısındadır. Bu adam hep imamın karısını gözler. Ömer Hafızı köy imamlığından çıkarıldığından beri karısı daha da kükrer olmuştur. Ömer Hafız Meşeli’ye imamlık etmeye çağrılır. O gün çok fırtına olur. Buna karşılık imamın karısı uysallaşır. Deli Mehmet’in karısı ise bu fırtınayı alaya alarak imamın karısına yorar.
Sazlık’taki Yangın
Bir gün Sazlık köyüne bir ciple dalyan dört gibi adam gelir. Muhtar hemen eve alır onları bir güzel ağırlamak ister. Sazlık bir anda yanar. Sazlık’taki yangını söndürmeye giden herkes gece yarısı gelir. Evde Altın, tüfek ne varsa götürmüşlerdir. O günden sonra daha dikkatli olurlar. Herkesi evlerine almazlar.
Şerbelâ
Ankara’nın bir köyünde şerbelâ adında bir adam vardır. Bu adam cin gibi bir adamdır. Tünemiş köyünden Kel İlyas bu adamdan çok çekinir. Kel İlyas’ın karısı un istemeye geldiğinde hep lafı çarpıtır. Karısına ısrar edince Kel İlyas değirmene gider. Yolda Şerbelâ ile karşılaşır. Şerbelâ sarı papuçları fırlatır. İlyas şaşırır. Keşke atmasaydın ben giyerdim ya da giyene verirdim der. Arkasına bakar ki arabası yok. Şerbelâ’ya o günden sonra daha da dikkat eder.
Dediğim Oldu Ama
Manca adında çiftlik köyü vardır. Bu köyde ağalık sistemi vardır. Herkes ağalar için çalışır. Ama köylülerin işleri de hep yerinde kalır. Köylüler bu eziyetten bıkmıştır. Kel Halil daha da bıkmıştır. Burdur yansın da kurtulalım diye beddua eder. Dediği olur. Yoksulların evleri yanar. Ama dediği gibi olmamıştır.
İpin Ucu
Akdere adında bir köy vardır. Bu köy hacılı hocalı bir köydür. Çevre köyler bu köyü kıskanırlar. İşleri düşünce hep bu hocalardan faydalanırlar. Akdere’deki hocanın aklı dengesi zayıflamaya başlamıştır. Taş diyeceğine toprak demektedir. Buna çözüm olarak cübbenin eteğine ip bağlar. Gençlere rica eder. Bu gençler onun hatalarını düzeltirler. Bu işe talep daha da artar. Bu işi yapmak isteyen gençler çoğalır. Bununla beraber hoca vaaz verirken söyleyeceği kelimeyi düzelten gençlerden hangisini dinleyeceğini bilemez. Konuşmayı yapamadan bitirir.
Yeni Çocuklar
Yelliçam köyünden Dursun Kekeç yeni bir çarık diktirir. Çarıklar eşek derisinden yapılmıştır. Çabuk yıpransa da ayakları ilk defa çarık görecektir. Hemen köylülere ayağındaki çarıkları gösterip kıskandırmak ister. Ama etrafta kimseleri bulamaz. Kocakayalı Emin, Hafız’ın namaz kıldırdığı camiye girer. Herkes namaz kılıyordur. Dursun Kekeç namaz bilmez ama imamın yaptıklarını taklit eder. Bilmediği halde namaz kılmaya devam ederken bir köpek Dursun’a musallat olur. Dursun bir yandan köpeği kovar bir yandan da namaza devam eder.
Üstaçığın Kadısı
Üstacığın memurları bir başkası gelene kadar dürüsttürler. Burada yargıçlara kadı derler. Üstaçığın kadısı çok acımasızdır. Köylülerin gözünün yaşına bakmaz. Alacağını alır. Bu durum köylülerin canına tak eder. Şehirden dört tane kadı getirtirler. Dört kadı Üstacığın kadısının yanına gider. Üstacığın kadısı onları karşılar. Sonra dolu küpteki altınları gösterir. Gelirseniz bu altınları biriktirmeniz için çok zaman gereklidir. Kendisinin tuzunun kuru olduğunu söyler. Onlarda usul usul geri döner.
Yaşlı başlı adamlar
Uzak bir ülkede büyük bir kıtlık vardır. Değirmen işlemez, ana, bacı, gardaş, çoluk çocuk aç yatar aç kalkar. Sefaletten kurtulmanın yolunu düşünürler. Nihayet uslarına bir fikir gelir. Kırk yaşına gelenleri tavuk gibi kesmekte karar kılarlar. Bu dediklerini yaparlar. Köydeki gençler endişeli şekilde bu durumu enine boyuna düşünürler. Çünkü bir gün sıra onlara da gelecektir. Yaşlıları ambara kapatmaya karar verirler. Yaşlıları zor idare ederler. En sonunda kötü haber bu kasabaya kadar yayılır. Ülkede savaş olacaktır. Yönetici halka soru yöneltir. Atkısı, çözgüsü kumdan olacak bir halı yapılması istenir. Yaşlılar beyin fırtınası yapar ve soruya karşılık bulurlar. Örneğini gönderirse yapacaklarını söylerler.
Karga Başından Gelen Saltanat
Dedemköy’de köylüler düşmanlıkların, zıtlaşmaların başkenti olmuş bir yerdir. Bir gün yaşını almış bir ihtiyar köye gelir. İki çocuk ellerinde karga ile oynamaktadırlar. En sonunda karganın başı kopar. İhtiyar çocuklara bağırıp çağırsa da çocuklar bu yaşlıyı dinlemez. İhtiyar kargayı eline alır. Başı ile gövdesini birleştirir. Dirilmesini söyler ve karga dirilir. Bu adamı bilmiş zannedip oda verirler. İhtiyar namaz kıldırırken camide ses duyulur. İhtiyarın namazı bozulur. Onu eleştirirler. O da kovulmadan yoluna gider.
Mis Kokulu Yorganlar
Ulupınarlı Tahir’in evine üç misafir gelir. Bu üç misafir sofu adamlardır. Bunları iyice ağırlarlar. Yatacak vakit misafirler sofu olduklarını ve osuruk değmemiş yorgan istediklerini söylerler. Ulupınarlı Tahir mis kokulu yorganlar getireceğini söyler. Üç kamış getirir. Misafirler şaşkın şekilde ne yapacaklarını sorar. Bu kamışları yorgana geçirin ki sizden sonrakileri temiz bir yorganda yatırayım der.
Yedi Kat Yerin Altını Görenler
Kayadibi köyünün muhtarına bir gün iki hoca konuk olur. Muhtar çok açıkgöz bir adamdır. Hocanın birini sağ, diğerini ise sol mindere oturtur. Tahsildar ile sohbet ederler. Yemek zamanı gelince iki hocanın tabağına tavuğu üstünü pilavla kapatırlar. Tahsildarın tabağındaki pilici pilavın üstüne koyarlar. İki hoca bizim tabağımızda neden piliç yok diye çıkışır. Ev sahibi de yerin yedi bin kat altındaki sarı öküzü görüyorsunuz ama pilavın altındaki pilici göremiyorsunuz diye evden kovar.
Şehirden Kız Alan Köylü
Bedirli Köyünde Osman adında akıllı bir afacan vardır. Annesi ölünce öksüz kalır. Üzerine babası üvey ana getirir. Osman okulunu bitirmiş. Tahsilli biri olur. Varsıl’ın kızı ile evlenir. Bu kız inatçı, şımarık bir kızdır. Her ortamda kocasının zıttına gider ne derse tersini yapar. Bir gün ırmak kenarında tartışırlar. Osman kıza vurur. Irmağa düşer. Osman’ı gören ne aradığını sorar. O da karısının suya düştüğünü söyler. Her şeyin tersini yaptığı için karısını kurtarmak için ırmağın yukarısına koşar.
Kavaklı’nın Eşekleri
Kavaklı köyünde Sağır Emin diye bir semerci vardır. Köydeki eşeklere yara yapmayan sağlam semerler yapar. Köylüler Emin’i çok severler. Sağır Emin bir hastalığa yakalanır ve üç gün içinde ölür. Herkes yas tutarken köyün eşekleri eğlenir. Koca Eşek köyün en zeki eşeğidir. Koca eşek sevinmenin boş olduğunu anlatır. Eşeklere semerden değil eşeklikten kurtulun der.
Suların Durulması
Çok bereketli toprakları olan bir yer vardır. Ancak suyu şifasızdır. Öyle ki bu suyu içenler tembel olmaktadırlar. Burada yaşayanlar beylikler için savaşır onlar için ölürler. Buradaki insanlar kaynak su bulmak isterler. Buna beylikler engel olur. Din adamlarını bile kendi ağızlarından konuştururlar. Kazdıkça bulanık sular çıkar. Zaman geçtikçe su durulur. Bu suyu içenler kuvvetli olur. Bundan sonra beyliklerin dediklerini yapmazlar.
“Alan Şeyh Değil, Veren Bizik!”
Yağbasan köylüleri üç beş keçiyle geçinirler. Şeyh Hacı Şemsettin Efendi Yağbasan köylülerine iki keçi verir. Zamanla iki keçi iki bin keçi olur. Köylüler kendi keçilerinin etinden sütünden geçinir kimisi ise satar. Ama şeyh efendinin verdiği iki keçiyi asla satmazlar. Zaman geçtikçe Yağbasan köylüleri açlıktan kırılırlar ve çareyi Şeyh Efendiden yardım istemekten bulurlar. Şeyh Efendinin yanına giderler. Şeyh Efendi neden geldiklerini sorduğunda hepsi afallar. Şeyh Efendi de verdiğim keçinin yağını eritip getirin der. Köylüler ağızlarını bile açamadan dönerler. Yağbasan köylüleri aç kalır. Şeyhe yağ götüremezler. Şeyhten haber alamayınca şeyh almıyormuş, biz veriyormuşuz derler.
Ona Aylık Bağlandı
Hanağzı köyünü beğenmeyen kişiler köyün gelişmesi için bir örnek köy kurmaya karar verirler. Örnek köyde memurlar atanmıştır. Yapılan aşılara sonuç vermemiş ve köyün danaları, tekeleri ve sığırları güçten düşerler. Örnek köyün kurucuları Hanağzı köyündeki Süleyman Efendi’nin yanına gelip çürük hayvan sattığını iddia ederler. Süleyman Efendi tekelerin hastalıklı olmadığını söyler. Hayvanla konuşmak ister. Köylü şaşırır. Eğilip tekenin kuşağına bir şey fısıldar. Teke kulaklarını sallar. Süleyman Efendi sorunu anladığını söyler. Eğilir tekenin kulağına konuşur. Teke başını aşağı yukarı sallar. Memur maaşa bağlandığı için böyle olduklarını söyler.
Mısır Tarlasında Bir Domuz
Bir zamanlar bir köyde Ekiz Ali adında bir babayiğit vardır. Ekiz Ali, çalışırken bir bey görür. Bu bey iyi giyimli bir adamdır. Adı da Seyfi’dir. Ekiz Ali bu adamı ağırlar. Bu Bey onu işyerine davet eder. Yanına gider. İlk önce tanımazlıktan gelir. Sonra ilgilenmeden gönderir. Yine Ekiz Ali ile karşılaştığında sohbet ederler. Yine iş yerine çağırır ve ilgilenmez. Ekiz Ali’nin aklına bir plan gelir. Onu davet eder. Seyfi bey uyuyakalınca tüfeği Seyfi Bey’in yanına koyar ve atının ipini keser. At Seyfi Bey’in yanına gelir. Seyfi Bey karanlıkta domuz zannedip atı vurur. Sabah olunca Ekiz Ali’ye domuz vurduğunu söyler. O da ne dostunu tanıyorsun ne de atını der.
Köpekleri Değiştirin
Akçaköy’de sürülerden geçinen köylüler vardır. Her evden on koyun vardır. Bunları da köpekler korumaktadır. Köpeklerden ikisi heybetli diğeri ise daha toydur. Çoban her gün koyunlar eksiliyor diye gelir. Koyunlar sürüden eksildikçe köylüler işkillenirler ve Ağali Emmi’den akıl almaya giderler. Bu adam da köpeklerin değiştirilmesini söyler. Onlar da gidip değiştirirler. Yine sürü eksilmektedir. Tekrar bu adamın yanına giderler. Köpekleri değiştirdiniz mi diye sorunca köylü ikisini değiştirdiğini söyler. Adam da hepsini değiştirin der.
Eğri Büğrü Arkadaşlık İstemem!
Günün birinde bir yılanla bir tilki dost olurlar. Bir gün yakın bir dostlarının yanına ziyarete gideceklerdir. Bunun için de karşı akarsudan geçmeleri lazımdır. Bizim tilki yüzme biliyordur. Ama dostu yılan bilmiyordur. Çünkü o kır yılanıdır. Karşıya geçerken yılan tilkinin boynuna dolanır. Tilkiyi boğmaya çalışır. Tilki ölme numarası yapar. Son defa öpmesini söyler. Yılanın bu esnada kafasını koparır. Doğru bir arkadaşlık istediğini söyler.
Et mi Satacağız, İt mi kovacağız?
Buğra köyünden Buraçıkın İsmail iki yıl İstanbul’da kalmıştır. Köye geldiğinde et dükkânı açmaya karar verir. Ama bu et dükkânı iyi bir fikir değildir. Eti gören köpekler çevresine çember oluştururlar. Ona et sattırmazlar. İsmail bu durumdan çok korkar. Aklına bir fikir gelir. Onları birbirine düşürür. Böylelikle kolayca et satar.
Özgür Leylek
Zornasek adında şirin mi şirin bir kasaba vardır. Bu kasabanın ortasından su geçmektedir. Aynı zamanda bu kasabada Hristiyanlar ve Müslümanlar bir arada yaşamaktadır. Kilise ve camilerde kıyasıya ibadet edilir. Dirlik içinde geçinip giderler. Bir leylek gelir kasabaya. Kasaba ikiye bölünür. Hıristiyanlar Kudüs’ten, Müslümanlarda Hicaz’dan geldiğini savunur. Leylek camiye girer. Bunun üzerine Müslümanlar bu leylek Müslüman der. Bir gün de leylek kliseye girip şarap içer. Afallayacak uçtuktan sonra putun üstüne dışkısını bırakır. Papaz sinirlenir ve Leyleğe sen nasıl Hristiyansın diye çıkışır.
Koca Veli
Koca Veli adında yaşlı bir adam vardır. Bu adamın karısı onun üzerinde baskı kurmayı başarmıştır. Ama dışarıda herkes ona saygı duyar ve sözünü de geçirmesini bilir. Birden iki torunu dışardan şeker almış bunu dedesine göstermeye gelirler. Dedesi işkillenir. Dışarı çıkar ve yabancılara haddini bildirir.
Uzun Kavak
Öykü uzun bir kavak ağacının yaşamından kesiti bize sunmaktadır. Uzun kavak ağacı türlü acı ve neşelere şahit olmaktadır. Mevlüt adında bir kadın vardır. Bu kadın kavak ağacının dibine kabak eker. Bu kabak kavak ağacının tepesine kadar çıkar. Gövdesine sarılan bu kabaktan kavak ağacı çok rahatsız olmuştur. Bir gece çok rüzgar olur. Kavak ağacı bile bu rüzgardan çok etkilenir. Sabah baktığında kabak sarmaşığı simsiyah kesilmiştir. Mevlüt kadın bir adam getirir. Adam ağaca bakar ve anlaşırlar. Kavak ağacını keserler. Kavak ağacı uzun bit uykuya dalar. Bir süre sonra uzun uykusundan uyanır. Çünkü filizlenmeye başlamıştır tekrar.
Çobanın Karısı
Köyde ne vakit düğün olsa kadınlar meydanı boş bırakmazlar. Çobanın karısı olarak bilinen Ayşeli diye gariban bir kadın vardır. Köy yerinde düğün vardır. O yüzden oğlu Akif’i de kucağına kaptığı gibi gelmiştir. Kadınlar çobanın karısı diye ona sıra vermezler. Sürekli onlar oynarlar. Buna çobanın karısı çok içerler. Eve gelir gizlice ağlar. Akşam eşi sürüyü bırakıp gelir. Ayşeli eşi Mustafa Ali’ye çobanlığı bırakacaksın diye diretir. Eşi de karısının sözünü dinleyip sürüye gitmez. Köylüler durumu muhtara iletirler. Muhtar çobanın evine gelir. Çoban yatıyordur eşi de un eliyordur. Mustafa Ali, çobanlığı bıraktığını söyler. Bunun üzerine muhtar yalvarır. Mustafa Ali, karım için çalgıcı gelecek öyle sürüye giderim der. Bunun üzerine çalgıcı gelir. Ayşeli sabahtan akşama kadar oynar. Kocası geldiğinde hâlâ oynamaktadır. Düşüp bayılınca eşi evine götürür. Köylüler de ayağını denk alır.
Öksebey
Meyrali köyünün bağlarındaki ağaçlara dadanan bir kuş vardır. Bu kuş ağaç ağaç gezerek purç aramaktadır. Purç ağaçta oluşan asalak bir bitir. Ökse adıyla da bilinir. Bu kuş aldığı ökseleri de diğer ağaçlara bulaştırır. Bir ağaç bu yüzden kurur. Ölen bu ağacı kimse fark etmez.
Ağasıyla Uşağı
Bir köyde bir ağa yaşamaktadır. Onun bir de uşağı vardır. Uşak dışarı çıkmak için atı hazırlar. Ağası ata binerken uşağına aşağıdaki ne diye sorar. Uşağı da manda mayısı der. O mayısı ye sana bütün servetimi bağışlayayım der. Bunun üzerine uşak manda mayısını yer. Bütün servet uşağa geçer. Uşak bir süre bu durumdan sıkılır. Aynı teklifi uşağına yapar. Uşağı da telifli kabul edip manda mayısını yer. Şimdi ağa yine eski ağa olmuştur. Birbirlerine biz manda mayısını niçin yedik diye sorarlar. Ama yanıtını bir türlü bulamazlar.
Sevdalı Karınca
Öykü bir karıncanın küçük dünyasını mercek altına alıyor. Adımlarını, her gün yaşadığı ayak seslerinden depreme alışık olduğunu sevdalı karıncanın ağzından okuruz. Sevdalı karıncanın küçük olması onun dağ, deniz aşmasına engel olmamıştır. Şehir kazan kendisi kepçe misali sevdiğini aramaktadır. Bir üzüm bağına girer. Üzüm bağında yaşlıca bir Kadın vardır. Karıncaya derdini sorar. Karınca sevgilisini aradığını söyler. Yaşlı kadın al şalvarlı yarinin dağın ardında onu beklediğini söyler.
Değerlendirme
Fakir Baykur’un öykülerinden oluşan bu eseri 1971 yılında yazılmıştır. Köy hayatını, sorunlarını çok başarılı bir şekilde anlatmıştır. Romanlarında olduğu gibi öykülerinde de kahramanları yerel şiveleri ile konuşturmayı ihmal etmemiştir. Bu da eseri çok gerçekçi kılmıştır. Öğretmen olan yazarımız bu birikimi köylü bir aileden olmasına ve öğretmenlik yaptığı köylere borçludur. Öyküleri aşk, fedakârlık, para kazanma hırsı, mutluluk, sevgi, aldatma gibi temaları barındırır.
Yazan: B. Öğretmen
On Binlerce Kağnı Soruları ve Cevapları
On Binlerce Kağnı kimin eseri?
Fakir Baykurt
On Binlerce Kağnı türü nedir?
Öykü/Hikaye
On Binlerce Kağnı kaç sayfa?
219
On Binlerce Kağnı Yorumları
böyle bir zamanda okumak için çok güzel bir eser kısa kısa çok güzzel öyküler var kafanızı dağıtmanızı sağlıyor
12-04-2020 21:53
fakir baykurttun en güzel öyküsüdür tam bizim milletimizi anlatır kısadır ama anlamı çok uzundur
15-09-2022 18:47
sazlıktaki yangın özetini biraz daha uzatsanız çok kısa kalmış