Salondan,bahçedekilerin kahkahaları işitilebiliyordu. Süreyya, canı sıkılanlara özgü bir tahammülsüzlükle: "Çılgın kız!" diye söylendi.Balkona açılan büyük kapıdan parmaklığa dayanmış dışarıya bakan karısı dönüp: "Bu gece hava ne güzel!" dedi.
Bu Nisan gününün akşama doğru başlayan yağmuru yarım saat sonra dinmişti; yaş bir yeşilliğin üstünde şimdi altınlı incileriyle lâcivert gökyüzü titriyor; toprağın, ağaçların ıslak soluğu her şeyin içine işliyordu. Genç kadın pencerenin kenarına dayanarak bir iki uzun nefes aldı, her nefes aldıkça hayatı artıyormuş gibi göğüs geçiriyordu. Sonra, hâlâ sigarasının dumanlarına bulanmış, kıştan kurtulamayan bir tepe gibi karanlık ve gamlı duran Süreyya`ya doğru gelerek kolundan tuttu, kaldırmak istedi: "Hava bu kadar güzelken burada somurtup oturmak, gezip eğlenenlere haksız yere kızmak sanki daha mı iyi? Haydi, biz de çıkalım... "
Süreyya`nın bu gece canı sıkılıyordu: "Adam, bırak!" dedi. Babasına karşı bir şey yapamamasının intikamını almak isteyerek hırsını başkalarından çıkarıyor, buradaki hayatın aleyhinde bulunmak için her şey kendisine bir sebep oluyordu.
Bir kadınla, kocasının yakın arkadaşı olan bir adam arasında yaşanan yasak aşk ve bunlardan habersiz kocanın ruhsal durumları, kadının ve erkeğin toplumsal rolleri çarpıcı bir şekilde anlatılmaktadır. Yasak aşkın heyecanı, imkânsızlığı, şüpheler, kıskançlıklar, vicdan azapları, öfke ve tutku, “karanlık” ve “erkeklik” halleri…
Kaderimizi biz mi çizeriz yoksa çevremizdekiler mi?
Ya da kaderin önüne geçilemez mi? Sİ